Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2015/23959 E. 2016/4370 K. 29.03.2016 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/23959
KARAR NO : 2016/4370
KARAR TARİHİ : 29.03.2016

Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde çalıştığının tespiti ile işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde, davanın kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, taraf vekillerince tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Somut olay incelendiğinde; davacı 18.06.2003–05.07.2010 tarihleri arasındaki davalı işverene ait işyerinde çalıştığının tespiti ve işçilik haklarına ilişkin alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini istediği, mahkemece, hizmet tespiti yönünden davanın kabulüne karar verildiği, işçi alacaklarına ilişkin ise herhangi bir karar vermediği görülmüştür.
Sigortalılığa ilişkin “hizmet tespiti” davaları, Sosyal Güvenlik hakkına ilişkin olarak ortaya çıkan davalardır. Yasal dayanağını 506 sayılı Kanun’un 6. ve 79/10. (5510 sayılı Kanun açısından ise 86/9.) maddelerinden almaktadır. Sözü edilen 6. madde de, çalıştırılanların, işe alınmaları ile kendiliğinden sigortalı olacakları, sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir. Anılan kanunun 79/10. maddesinde ise, sigortalıların, çalışmalarının tespiti ile ilgili dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan, hizmet tespitine ilişkin davalar sosyal güvenlik hakkı ve kamu düzeni ile ilgili olup, kişi iradesi belirleyici etkiye sahip değildir. İçerisinde bulunduğu yasal statünün belirlediği durum doğrudan dikkate alınır. Bu nedenle hakim, kendiliğinden araştırma yapma yetkisine sahiptir. Bu yetki kapsamında, gerektiğinde tanık ve diğer deliller yoluyla doğrudan gerçeği bulma yükümü bulunmaktadır.
İşçilik haklarına ilişkin davalar ise, 4857 sayılı Kanun’dan kaynaklanmaktadır. Bu tür davalar, kişi iradesine önemli rol verilip, taraf anlaşmalarına geçerlilik tanınan, alacak ve tazminat türünde olan davalardır. Taraflar bu tür haklarından her zaman vazgeçebilir. Bu nedenle hakim, kendiliğinden araştırma yapmaz. Tarafların bildirdiği deliller dışında delil toplanması da olanaklı değildir. Kaldı ki, SGK’nun bu davalarda davalı sıfatı bulunmamaktadır.
Bu durumda, her iki dava türünün, taraflarının statüsü, hakimin delil araştırma bakımından kendiliğinden hareket etmesi, taraf iradelerine atfedilen rol, dava konusu edilen haktan vazgeçilip vazgeçilememesi gibi yönlerden yasal konumları birbirinden tamamen farklıdır. Her iki dava türünün birlikte görülmesi durumunda; davanın birinde bir kısım delillerin kendiliğinden dikkate alınması, diğerinde alınmaması gerekecektir ki, aynı dava dosyasında birbiri ile çelişkili kararlar yer alabilecektir. Kaldı ki, işçilik haklarına ilişkin olarak dairemiz kararları ile işçilik alacaklarına ilişkin davalar yönünden asıl görevli Yargıtay ilgili dairelerinin kararları arasında farklı uygulamalar ortaya çıkabilecektir.
Öte yandan, temyiz aşamasında inceleme mercileri farklı olan bu davaların birbirinden bağımsız sonuçlandırılmalarında hukuki istikrar ve kararlara olan güven bakımından da yarar bulunmaktadır. İşçilik haklarına ilişkin olarak kesinleşen hüküm, hizmet tespiti davasında sadece kuvvetli delil olarak değerlendirilmekte, davada taraf sıfatı bulunmayan SGK yönünden bağlayıcı olmamaktadır.
Yapılacak iş; her iki davayı ayırmak ve eksik yargı harçlarını tamamlattıktan sonra yargılamayı birbirinden bağımsız olarak sonuçlandırmaktan ibarettir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacı ve davalı …’a iadesine, Üye …’ın muhalefetine karşı, Başkan Vekili …, Üyeler; …, … ve …,’ın oyları ve oyçokluğuyla 29.03.2016 gününde karar verildi.
-KARŞI OY-
1086 sayılı HUMK’un yürürlükte bulunduğu dönemde, hizmet tespiti ile işçilik alacakları isteminin aynı dava içerisinde ele alınıp alınamayacağı yönünde oluşan uyuşmazlık Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun önüne gelmiş, 15.10.2003 gün ve 2003/21-571 Esas, 2003/575 sayılı Kararda “yasanın açık düzenlemesi karşısında davaların temyiz mercilerinin ve ispat şekillerinin ayrı olmasının bir ayırma nedeni olamayacağı; ayırma kararı verilmemiş olmasının da tek başına bozma nedeni yapılamayacağı” ayrıntılarıyla açıklanmış, hizmet tespiti ile işçilik alacaklarına dayalı istemlerin birbiriyle bağlantılı bulunduğu, birlikte açılıp sonuçlandırılmasının olanaklı olduğu sonucuna varılmıştır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu döneminde aynı uyuşmazlık hakkında bu kez tam aksi yönde değerlendirme yapılmıştır.
Oysa, 6100 sayılı HMK’nın “Davaların Ayrılması” başlıklı 167.maddesindeki düzenlemeye bakıldığında, 1086 sayılı Yasa döneminden farklı bir ifade içermediği görülecektir.
Elbette, madde metninde belirtildiği üzere “Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, … davaların ayrılmasına, … karar verebilir.”
Ayırma kararı ile amaçlanan “yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak” tır. Yüksek Dairece, bu yönde bir bozma kararı verilebilmesi için, yerel mahkemece verilen kararın maddi veya usul hukuku yönünden isabetsiz bulunan yönlerinin ortaya konulması, bozma sonrası yapılacak yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesinin de davaların ayrılması ile mümkün bulunduğunun her somut uyuşmazlıkta değerlendirilmiş olması gereklidir.
Dosyanın esası yönünden inceleme yapılmaksızın, her iki istemin aynı davada ele alınamayacağı belirtilerek bozma kararı verilmesi HMK m. 167 yanında “Davaların Yığılması (objektif dava birleşmesi)” başlıklı 110. maddesine de aykırılık oluşturmaktadır. Anılan madde uyarınca “Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir”.
Objektif dava birleşmesi, geniş anlamda terditli, seçimlik ve kümülatif davaları, yani talep sonucunda, farklı şekillerde de olsa birden fazla talebin yer aldığı durumu ifade etmek için kullanılmaktadır. Birbirinden bağımsız birden fazla talep/talepler arasında hukuki ve ekonomik bir bağın bulunması da gerekmemektedir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması yeterlidir. Somut uyuşmazlıkta bu koşulların bulunduğu görülmektedir.
Ayrıca, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1.maddesine 05.07.2012 gün ve 6352 sayılı Kanunun 39. Maddesi ile eklenen “Birden fazla iş mahkemesi bulunan yerlerde, sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan davaların görüleceği iş mahkemeleri, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir.” Hükmü ile 01.01.2013 tarihinden itibaren bazı iş mahkemelerinin sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkları çözmek için görevlendirilmiş olması da davaların ayrılmasının nedeni olamaz.
Bu gerekçeye dayalı bulunan yerel mahkeme kararının isabetli olduğu ve işin esası hakkında inceleme yapılması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşlerine katılmamaktayız.