Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2015/11198 E. 2015/16164 K. 08.10.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/11198
KARAR NO : 2015/16164
KARAR TARİHİ : 08.10.2015

Mahkemesi : Denizli 3. İş Mahkemesi
Tarihi : 02.04.2015
No : 2012/445-2015/132

Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı ve davalı taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacı ve davalılar vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- 01.06.1996-09.09.2003 tarihleri arasındaki dönem yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
Anayasamızın 141. maddesinde, yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsenmiştir. Bunun anlamı yargılama açık olarak yapılacak ve yargılamanın sonunda verilen karar da açıkça belirtilecektir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 149. (HMK’nun 28.) maddesinde de bu husus belirtilmiştir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 381. (HMK’nun 294.) maddesi gereğince mahkeme, hazır olan tarafları iddia ve savunmalarını dinledikten sonra yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Kararın tefhimi en az aynı Kanunun 388. (HMK’nun 297.) maddesinde belirtilen hüküm sonucunun tutanağa geçirilerek okunması suretiyle olur.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388/1-3. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-c. maddesinde, bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiği açıklanmıştır.
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinde: “(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Yine Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 389. (HMK’nun 298.) maddesinde de hüküm kısmında iki tarafa yükletilen hak ve borçların tereddüde yer vermeyecek şekilde belirtilmesi zorunluluğu tekrarlanmıştır.
Eldeki davada, Mahkemece, 21.06.2007-10.05.2010 tarihleri arasındaki dönem yönünden istemin kabulüne karar verilmiş olup, hükmün gerekçesinde 19.01.2004 tarihinden önceki çalışmaların hak düşürücü süreye uğradığı belirtilmiş, hüküm fıkrasında ise kabul edilmeyen dönemler yönünden genel bir ifade ile “fazlaya ilişkin istemin reddine” tabiri kullanılmıştır. Bu durum yukarıda açıklanan mevzuat hükümlerine aykırı bulunmuş olup, Mahkemece, hangi dönemin ne gerekçe ile kabul edildiği, ne gerekçe ile reddedildiği hüküm fıkrasında açıkça belirtilmelidir.
Davalı işverene ait işyerinde 01.06.1996-10.05.2010 tarihleri arasında hizmet akdine tabi olarak geçen ve davalı Kuruma bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespitine ilişkin davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79/10. olup anılan maddede “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilir” hükmü öngörülmüştür.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davacının davalı işyeri ile bağı olmadığı tespit edilen dava dışı işyerlerinden yapılan bildirimlerinin mevcut olduğu 01.06.1996-09.09.2003 tarihleri arasındaki dönemde, davalı işveren nezdinde çalışıldığı belirtilen dönemde ilk kesintinin 09.09.2003 tarihinde gerçekleştiği ve bu dönemde yönetmelikte tespit edilen belgelerin de Kuruma verilmediği anlaşılmış olup, hak düşürücü süreyi kesen başkaca bir sebebe de rastlanmayan 01.06.1996-09.09.2003 tarihleri arasındaki bu dönem yönünden 05.12.2012 dava tarihi itibariyle hizmet tespiti talebinin hak düşürücü süreden reddi gerekmekte olup, bu tespite hüküm fıkrasında HMK’nun yukarıda açıklanan hükümleri doğrultusunda açıkça yer verilmelidir.
3- 10.09.2003-21.06.2007 tarihleri arasındaki dönem yönünden yapılan temyiz incelenmesinde;
Davalı işverene ait işyerinde hizmet akdine tabi olarak geçen ve davalı Kuruma bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespitine ve sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin eldeki davanın da, anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, kamu düzeni ile ilgili diğer davalar gibi özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunludur.
Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip gerek görüldüğünde kendiliğinden araştırma yapılarak delil toplanabileceği açıktır.
a-) Önemle belirtilmelidir ki, hükmün gerekçesinde hak düşürücü süreye uğradığı belirtilen ve yukarıda 2 nolu bentteki açıklamalarla hak düşürücü süreye uğradığı tespit edilen dönemin dışında kalan 10.09.2003-19.01.2004 tarihleri arasındaki dönem bakımından davacı istemine ve Kuruma yapılan bildirimlere göre, kesintinin işten çıkış tarihi olan 10.05.2010 tarihinde gerçekleştiği; kesinti ile dava tarihi gözetildiğinde de, hak düşürücü sürenin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle anılan dönem yönünden verilen hak düşürücü süreden red kararı isabetsiz olup, işin esasına girilerek çalışmanın fiili ve gerçek olup olmadığı araştırılarak esasa ilişkin bir karar verilmelidir.
b-) Mahkemece, hükmün gerekçesinde, davacının 2004 yılından sonraki çalışmalarının fasılalı olduğu, ancak Kuruma bildirimleri yapılan her bir dönemin kendi içinde kesintisiz çalışmaya dayandığı kabul edilmiş fakat sadece 21.06.2007-10.05.2010 tarihleri arasındaki dönemlere ilişkin eksik bildirilen sürelerin tespitine karar verilmiş olup, 10.09.2003-21.06.2007 tarihleri arasındaki dönem bakımından dosyada yer alan bilgi ve belgeler karar vermeye elverişli görünmemektedir.
Bu kapsamda; hem hatalı olarak hak düşürücü süreye uğradığı belirtilen 10.09.2003-19.01.2004 tarihleri arasındaki dönem yönünden, hem de eksik araştırmaya dayalı olarak esastan reddine karar verilen 19.01.2004-21.06.2007 tarihleri arasındaki döneme ilişkin çalışmalar için, dava konusu işin geçtiği çevrede faaliyet yürüten işverenler ve çalışanlar yöntemince saptanarak işverenler ile bu işyerlerinden bildirimleri yapılan sigortalılar tanık sıfatıyla dinlenilmeli, belirdiği takdirde tanık anlatımları arasındaki çelişkiler giderilmeli, 22.04.2014 tarihli kolluk araştırma tutanağında yer alan bilgilere göre davalıya ait işyerinin 2003 yılında ilk adresinden taşındığı, davacının buradaki işyerinde 1998-2003 yılları arasında çalıştığı tespit edilmiş olup, 2003 yılından sonra faaliyet gösterilen çevrede de kolluk araştırması yapılmalı, işyeri sanayi sitesi gibi bir alanda kurulu ise, bu sitenin yönetiminden de davacının çalışması sorulmalı, davalı işveren nezdinde tutulan defter, fatura, makbuz gibi kayıtlar getirtilerek, bu belgelerde davacının çalışmasını kanıtlayacak bir unsur olup olmadığı denetlenmeli, vergi memurları tarafından yapılan 19.01.2004 tarihli denetim sırasında işyerinde işverenden başka çalışan tespit edilmemiş olmakla birlikte, bu durumun davacının geçici olarak işyeri dışında olmasından kaynaklanmış olabileceği de göz önünde bulundurulmalı, ayrıca davacının kısmi bildirimlerinin yapıldığı 24.02.2004-01.12.2004 ve 04.06.2005-08.07.2006 tarihleri arasındaki dönemlerde eksik bildirimlerin sebepleri araştırılmalı, işveren tarafından Kuruma bu eksik bildirimlere dayanak olacak belgelerin verilip verilmediği, verilmiş ise bu belgelerin usulüne uygun olup olmadığı, var ise puantaj kayıtlarında davacının imzasının yer alıp almadığı belirlenmeli, davacının geçerli imzasını içermeyen puantaj kayıtlarına dayanılarak eksik bildirim yapılamayacağı hususu da dikkate alınmalı, yapılan tüm araştırmalar sonucu çalışmanın kesintili gerçekleştiği anlaşılır ise hak düşürücü süre yönünden irdeleme yapılmalı, toplanan tüm kanıtlar değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
4- 21.06.2007-10.05.2010 tarihleri arasındaki döneme ilişkin yapılan temyiz incelenmesinde ise; Mahkemece isabetli olarak davacının bu dönemde kesintisiz çalıştığına ve Kuruma bildirilmeyen sürelerin tespitine karar verildiği belirtilmiş ise de, 24.11.2014 tarihli bilirkişi raporunda 2009 yılı 6. aydaki çalışmanın Kuruma 30 gün üzerinden yani tam bildirilmiş olmasına rağmen, raporda 15 gün eksik bildirim olduğunun belirtildiği; 2010 yılı 1. ayda da 15 gün bildirilmiş olmasına ve eksik sürenin 15 gün olmasına rağmen, raporda 1 gün bildirilmiş gibi değerlendirilerek eksik bildirilen sürenin 29 gün olarak hesaplandığı, yani 14 gün fazla hesap edildiği, Mahkemece de bu rapora dayanılarak, toplamda 29 gün fazla çalışmaya hükmedildiği anlaşılmış olup, hüküm bu yönü ile de hatalı bulunmuştur.
5- Mahkemece, istem kısmen hüküm altına alınmış olmasına rağmen, davalılar aleyhine hükmedilen yargılama giderinin de kabul ve ret oranı ile uyumlu olmadığı anlaşılmış olup, bu husus da isabetsiz görülmüştür.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı ve davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacı ve davalılardan C.. Ö..’e iadesine, 08.10.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.