Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/9426 E. 2014/17113 K. 11.09.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/9426
KARAR NO : 2014/17113
KARAR TARİHİ : 11.09.2014

Esas Karar
2014/9426 2014/17113

G.. V.. adına Av. A.. Y.. ile 1- S.. K.. Başkanlığı adına Av. S. Ü.2- M. V. arasındaki dava hakkında Ankara 14. İş Mahkemesinden verilen 06.12.2012 gün ve 2010/1306-2012/1674 sayılı hükmün, Dairemizin 05.07.2013 gün 5805/15367 sayılı ilamı ile düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Davalı Kurum vekili tarafından anılan onama kararının maddi hataya dayalı olduğundan kaldırılması talep edilmiş olmakla; dosya incelendi ve gereği düşünüldü.
1- Maddi hataya dayalı olduğunun anlaşılması nedeniyle Ankara 14. İş Mahkemesinden verilen 06.12.2012 gün ve 1306 / 1674 sayılı hükmünün düzeltilerek onanmasına ilişkin Dairemizin 06.12.2012 gün ve 1306 / 1674 sayılı ilamının KALDIRILMASINA;
2- Davacı, murisi sigortalı Muttalip Vargeloğlu’nun davalı Kurum kayıtlarındaki 1957 olan doğum tarihinin 1954 olarak tashihi ile bir kısım hizmetlerin davalının hizmetleri arasında gösterildiğinden murise ait olduğunun ve ölüm aylığına hak kazandığının tespitine karar verilmesini istemiş, Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya kapsamından davacının murisi ile davalılardan M.V.’nun aynı isim ve soyismine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar üç aylık bordro dönemlerinde 90 günden fazla bildirimlerde bulunulduğu anlaşılmış ve bu husus hükme dayanak yapılmış ise de; hem “0600009659185” hem de “0600010429521” sigorta sicil numaralı hizmet cetvellerinde davaya konu dönemleri de kapsayacak şekilde 05.11.1974 – 05.07.1976 tarihleri arasındaki askerlik sürelerinin borçlanıldığı belirtilmektedir. Söz konusu askerlik borçlanmasının ve çakışan davaya konu çalışmaların kime ait olduğunun ve giderek bu şartlarla davacının ölüm aylığına hak kazanıp kazanmadığının murisin ve davalının askerlik ve askerlik borçlanma belgeleri de getirtilmek suretiyle şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesiyle yapılacak yargılama sonucuna göre bir karar verilmelidir.
3- Kabule göre;
a- Davanın yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanunun 3279 sayılı Kanunla değişik 99’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında; “Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, iş kazalarıyla meslek hastalıkları ve ölüm sigortalarından hak kazanılan gelir ve aylıklar, hakkı doğuran olay tarihinden itibaren beş yıl içinde istenmezse zamanaşımına uğrar. Bu durumda olanların gelir ve aylıkları, yazılı istek tarihini takibeden aybaşından itibaren başlar.” hükmü yer almaktadır. Söz konusu hüküm ile; belli bir süre (beş yıl) talep edilmeyen iş kazalarıyla meslek hastalıkları ve ölüm sigortası haklarının zamanaşımına uğrayacağı öngörülmüş, ancak yeniden bu haklara kavuşmak isteyen sigortalı için mutlaka Kuruma yazılı olarak başvuru koşulu getirilmiştir. Zamanaşımına uğrayan gelir veya aylık, artık talep tarihini takip eden aybaşından başlayacak olup, buradaki yazılı talep koşulu hem geçerlilik hem de ispat koşuludur.
Davacının dava tarihine kadar davalı Kuruma herhangi bir ölüm aylığı tahsis talebinde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacının dava tarihinde talepte bulunduğunun kabulü gerekecektir. Bu durumda da hakkı doğuran olay olan sigortalının 23.06.1987 ölüm tarihinden itibaren beş yıllık zamanaşımı süresi fazlasıyla geçmiştir. Ne var ki; 2008 yılı Ekim ayı başında yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun “zamanaşımı, hakkın düşmesi ve avans” başlığını taşıyan 97’nci maddesinin ilk fıkrasıyla; “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, iş kazası, meslek hastalığı, vazife malullüğü ve ölüm hallerinde bağlanması gereken gelir ve aylıkların, hakkın kazanıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde istenmeyen kısmı zamanaşımına uğrar.” düzenlemesi getirilmiştir.
Bu kapsamda uyuşmazlığın çözümü, kanunların zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kuralların incelenmesini zorunlu kılmaktadır. Kanunlar, metinlerinde belirtilen tarihte yürürlüğe girer ve buna bağlı olarak hukuksal sonuçlarını yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için doğurmaya başlar. Kanunların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkileyip etkilemeyecekleri, yani, geçmişe etkili olup olmadıkları ile ilgili mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, “toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir. (Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh:193-194; Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18. Baskı , Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh:73).
Hukuk devletinin hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. “Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere, onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda yorumlamamakla yükümlüdür.” (Yargıtay HGK;09.03.1988 tarih ve 1987/2-860 E. 1988/232 K; 13.10.2004 tarih ve 2004/10-528 E. 2004/533 K; 06.04.2005 tarih ve 2005/10-183 E. 2005/241 K; 14.03.2007 tarih ve 2007/3-121 E. 2007/128 K. sayılı kararları).
Kanunların geriye yürümemesi kuralının istisnaları arasında; kazanılmış hakları ihlal etmemek kaydıyla kanunun yargılama hukukunu düzenlemesi, kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin olması ve beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar bulunmaktadır. Tamamlanmış hukuki durumları yeni kanun veya düzenleyici kuralın etkilememesi ve onlar üzerinde hukuki sonuç doğurmaması ise, kazanılmış hakları saklı tutma amacı gütmektedir.
Anılan istisnalardan olmayan 5510 sayılı Kanunun 97’inci maddesinin 1’nci fıkrasının geriye yürüyeceğine ilişkin bir düzenleme yoktur. Bu nedenle bu madde ile getirilen hükümler ancak maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren doğan ölüm aylıklarının zamanaşımı süre ve işleyişi yönünden uygulanacağının kabulü gerekir.
Açıklanan ilkeler çerçevesinde anılan hüküm ve somut olay değerlendirildiğinde: 506 sayılı Kanunun 99’uncu maddesinde belirlenen sürede istenmeyen gelir veya aylığın tümünün zamanaşımına uğrayacağı ve bu gerçekleştiğinde gelir veya aylığın yazılı talep tarihini takip eden aybaşından itibaren bağlanabileceği, başka bir deyişle yazılı talep tarihinden önceki gelir veya aylıkların istenemeyeceği düzenlenmiştir. 5510 sayılı Kanunun 97/1’inci maddesinde ise; her bir gelir veya aylık için beş yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüş, gelir ve aylığın doğumundan itibaren beş yıl içinde istenmemesi halinde zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. Burada 506 sayılı Kanunun 99’uncu maddesindeki “gelir ve aylıkların yazılı talep tarihinden itibaren başlayacağı”na ilişkin hükme paralel bir düzenleme yapılmamıştır. Bu nedenle; anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarih olan 01.10.2008 tarihi ve sonrasında doğan ait ölüm aylıkları yönünden tahsis talep(dava) tarihi olan 29.12.2010 itibariyle beş yıllık zamanaşımı süresi dolmadığından, davacıya 01.10.2008 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması;
b- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297’nci maddesi uyarınca taraflara yükletilen borç ve tanınan hakların birer birer, şüphe ve tereddüde mahal bırakmayacak şekilde hüküm fıkrasında gösterilmesi zorunludur. Sigortalının iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle öldüğüne dair herhangi bir delil ya da iddia bulunmadığı ve ölüm aylığının dava konusunu oluşturduğu anlaşıldığı halde; ölüm geliri bağlanması gerektiğine hükmedilmesinin hükmün infazında tereddüde neden olabileceği açıktır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma gerekir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 11.09.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.