Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/8763 E. 2014/10545 K. 12.05.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/8763
KARAR NO : 2014/10545
KARAR TARİHİ : 12.05.2014

Mahkemesi : Eskişehir 1. İş Mahkemesi
Tarihi : 21.01.2014
No : 2013/345-2014/19

Dava, vefat eden sigortalının hak sahiplerine yapılan ödemeler sebebiyle oluşan Kurum zararının tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı ve davalı vasisinin vekillerince temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Eldeki davada, 12/10/2011 tarihinde davalı tarafından kasten öldürülmesi nedeniyle Kurum tarafından sigortalının eşi ve oğluna bağlanan 28/10/2011 onay tarihli ölüm aylıklarının peşin değerinin yarısının ve cenaze gideri nedeniyle kurumun uğradığı zararının davalıdan tahsilinin istenildiği, mahkemece ise davalı hakkında Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/258 E.;2013/289 K. Sayılı ve 05/09/2013 tarihli kararının kesinleştiğinden bahisle Ağır Ceza; Mahkemesince verilen kararda davalı hakkında 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunun’nun 29’uncu maddesi gereğince haksız tahrik uygulanması nedeniyle ve bu durumun davacının kusurluluğunu etkilediği kabul edilerek Borçlar Kanunu’nun 51’inci ve 52’nci maddeleri gereğince de hakkaniyet indirimi yapılmak suretiyle karar verildiği anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanununun, Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk arasında münasebet başlıklı 53 (6098 Sayılı Yasanın 74). maddesine göre, “Hakim, kusur olup olmadığına … karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” Bu hükümden çıkan genel sonuç, hukuk hakiminin genelde ceza mahkemesinden verilen “hükümlülük” kararı ile bağlı olmasıdır. Şüphe yoktur ki, bu kararın “kesin nitelikte” bir karar olması gerekir. Bu durumda, halledilmesi gereken sorun, bağlılığın kapsamının ne olması gerekeceğidir. Başka bir anlatımla, ceza mahkemesinin kesinleşen hükümlülük kararında, öncelikle maddi olguların saptanması, bu olgulara bağlı olarak suç teşkil eden bir fiilin, yada, kusurlu hareketin var olup olmadığı, varsa, kusurun derecesi ve bunun sonucunda doğan zarar miktarının ne olduğu söz konusudur. Saptanacak maddi olgulara göre, ceza mahkemesince kusurun varlığı kabul edildiğinde, “bu kusurun” suç teşkil edip etmeyeceğinin taktirinin, Ceza Hukukunun mesuliyete ilişkin esas ve ilkeleriyle yapılabileceği ortadadır.
Diğer taraftan, saptanacak her kusurlu hareketin hukuki yönden sorumluluk gerektirdiği de söylenemez. Giderek, Ceza Hukuku yönünden suç teşkil etmeyen “kusur” halinin, genel anlamda Medeni Hukuk yönünden sorumluluğu gerektirebileceği de açıktır. Bu nedenle; hukuk hakiminin “…kusur mevcut olup olmadığına …” karar verebilmesi için ceza hükmü ile bağlı olmayacağı ilkesinin sebebi ortadadır. Bu ilkenin tabii sonucu olarak da, kusur derecesinin takdiri ve bundan doğacak “… zarar miktarının tayini…” hususlarında da hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağı ilkesinin nedeni yasada kabul edildiği şekilde açıktır.
Ne var ki, ceza mahkemesi, kendine has usuli kurallar nedeniyle, hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, ceza mahkemesinde saptanacak maddi olayın yargısal bir kararla saptanmış olması gerçeğinin hukuk hakimini de bağlaması gerekir. Bu hal, Kamunun yargıya olan güveninin korunmasının bir gereği olduğu gibi, söz konusu Borçlar Kanununun 53. maddesinde öngörülen kuralında doğal bir sonucudur. Nitekim, bu husus Yargıtayın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de, kabul edilmiş bulunmaktadır. Şu halde, hukuk hakimi ceza mahkemesince saptanan maddi olaylarla bağlı olup, orada belirlenen kusur oranlarıyla bağlı değildir.
Eldeki davada da, davalı hakkında Ağır Ceza mahkemesince verilen kararın kesinleştiğinden bahisle yazılı şekilde kararın verildiği anlaşılmakta ise de, halen uygulanmakta olan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305.’inci maddesi gereğince onbeş yıldan fazla mahkumiyete dair verilen kararların resen temyiz incelemesine tabi olması nedeniyle davalı hakkında verilen 15 yıl ve daha fazla hapis cezasının kesinleşip kesinleşmediğinin net olarak belirlendiktan sonra karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde; mahkemece öncelikle yapılacak iş; olay nedeniyle açılan ceza davasında sanık olan davalı hakkında verilen mahkumiyet kararının kesinleşip kesinleşmediği araştırmak, sonrasında olayının ne şekilde oluştuğu, dosya içeriğindeki tüm deliller takdir olunarak ve ceza dosyası da celbedilmek suretiyle, henüz kesinleşmemiş ise davanın sonucunu beklemek, kesinleşmiş ise haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmadığı da dikkate alınarak sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazı kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 12.05.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.