Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/7487 E. 2014/26017 K. 09.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/7487
KARAR NO : 2014/26017
KARAR TARİHİ : 09.12.2014

Mahkemesi : Giresun 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Tarihi : 13.02.2014
No : 2012/35-2014/81

Dava, malûliyetin tespiti ile malûllük aylığı bağlanması istemine ilişkindir.
Mahkeme, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi Mustafa Taş tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1988-2010 döneminde askerlik borçlanması dahil toplam 1809 gün zorunlu SSK sigortalılığı bulunan davacı 19.10.2010 tarihli dilekçe ile malûliyetinin tespitini talep etmiştir. Karadeniz Üniversitesi Farabi Hastanesi tarafından düzenlenen 05.11.2010 tarihli Sağlık Kurulu raporunda; omurga eklemleri iltihabı tanısı konulmuş ancak maluliyet oranı ve başlangıcı konusunda bir tespite yer verilmemiştir. Davalı Kurum ise çalışma gücünün %60 oranında kaybedilmediğini bildirmiştir. Davacı, eldeki dava ile, malûliyetin tespitiyle maluliyet aylığı bağlanmasını talep ve dava etmiştir. Mahkemece Yüksek Sağlık Kurulu’ndan alınan 04.07.2012 tarihli raporda; çalışma gücünün %60 oranında kaybedilmediği ve malul sayılamayacağı belirtilmiştir. Rapor için Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurul’una gönderilen dosya, davacının son sağlık durumuna ilişkin olarak bir üniversite hastanesinin ilgili branşlarından temin edilecek muayene ve tetkikler ile düzenlenecek raporun eklenmesi için ilgili Kurul tarafından mahkemeye iade edilmiştir. Mahkeme, tedavi görülen hastanenin bildirilmesi ve tedavi evraklarının ibrazı için davacıya süre tanımış ayrıca bu yönde kesin süreyi içermeyen muhtıra düzenleyerek aksi halde mevcut delillere göre karar verileceği ihtarında bulunmuştur. Ancak verilen süre ve düzenlenen muhtıra gereğinin yerine getirilmemesi üzerine, mahkeme karar gerekçesinde; eksikliklerin ikmali için mahkemeye başvurulmadığını ve muhtıra gereğinin yerine getirilmediğini gerekçe gösterip mevcut Yüksek Sağlık Kurulu raporuna göre davanın reddi yoluna gidildiğini belirterek davanın reddine karar vermiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Delil ikamesi için avans” başlığını taşıyan 324. maddesi; taraflardan her birinin ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorunda olduğunu, taraflardan birinin yerine getirmediği avans yükümlülüğünün diğer tarafça yatırılabileceğini, aksi halde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılacağını, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümlerin ise saklı olduğunu düzenlemiştir. Aynı yasanın “Re’sen yapılması gereken işlemlere ilişkin giderler” başlığının taşıyan 325. maddesi ise; tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verileceği, belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere hazineden ödenmesine hükmedileceği düzenlemesini içermektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2010/9-491 E. 2010/593 K. sayılı ilamında da “…Türk yargı sistemine göre, hukuk yargılamasında hakim kendiliğinden bir dava inceleyip, uyuşmazlığı çözemez. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da, hakim tarafların istekleriyle bağlı tutulmuştur (HUMK m.72, m.75). Öyleyse- kamu düzenin gerektirdiği hâller dışında- hâkimin re’sen yargılamayı sürdürmesi olanaklı olmadığına, … kanunlarımızda hâkimin re’sen araştırma yapabileceği hallere de yer verilmiştir. Bu gibi hâllerde olayın özelliğine göre hâkim, incelemelerin gerektirdiği masrafların taraflarca ödenmemesi halinde sonradan haksız çıkan taraftan alınmak üzere Hazineden ödenek isteyip gereğini yerine getirir (HUMK m.415). ” hükmüne yer verilmiş, aynı değerlendirme, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2011/13-701 E. 2012/6 K. sayılı ilamında da tekrarlanmıştır.
Sosyal güvenlik hakkı, kaynağına anayasanın 60. maddesinden alan temel nitelikte bir haktır. Bu sebeple sosyal güvenlik hukuku kamu hukuku disiplini içinde yer alan idare hukukunun bir dalı olup, hâkimin bakmakta olduğu davanın çözümü için gerekli bütün delillere kendiliğinden başvurması gerekir. Bu husus Türk yargı sisteminde, hukuk hâkiminin davayı kendiliğinden inceleyerek çözüme kavuşturamayacağı ve delillerin taraflarca hazırlanması gerektiğine dair kuralın istisnasını teşkil eder.
Açıklanan nedenlerle gerçeğe ulaşabilmek için ve sosyal güvenlik hakkını gecikmeden sigortalı veya hak sahibine teslim edebilmek için kamu düzenine dayanan resen araştırma ilkesinden hareketle HMK’nın 325. maddesi gereği ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere takdir edilen yargılama giderinin Devlet hazinesinden ödenmesine karar verilmesi ve gerekli araştırmalar yapılarak sonucuna göre bir hüküm tesis edilmesi gerekir. Yetersiz muhtıraya dayalı olarak yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi isabetsiz bulunmuştur.
Diğer taraftan, 506 sayılı Yasa’nın 53. maddesine göre “Kurum hastanelerince düzenlenecek usûlüne uygun Sağlık Kurulu raporları ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu çalışma gücünün en az 2/3’ünü yitirdiği ya da 34. madde gereğince yapılan tedavi sonunda kurum sağlık tesisleri sağlık kurullarınca düzenlenecek usûlüne uygun rapor ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu çalışma gücünün en az 2/3’ünü yitirdiği, … kurumca tespit edilen sigortalı malullük sigortası bakımından malûl sayılır.” 53/B maddesi ise; “Bu kanun kapsamında ilk defa çalışmaya başladıkları tarihte mevcut hastalık veya arızası bulunanlar bu hastalık veya arızasının malûl sayılmayı gerektirecek düzeyde olmadığını Kurum veya Kurum dışındaki hastanelerden işe girmeden önce alınmış, usulüne uygun Sağlık Raporu ve dayanağı tıbbi belgelerle kanıtlamakla yükümlüdürler. Sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte, malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık ve arızalarının bulunduğu önceden veya sonradan tespit edilen sigortalılar bu hastalık veya arızaları nedeni ile malûllük sigortası yardımlarından yaralanamazlar…” hükmünü içermektedir. Anılan Yasa’nın 109. maddesinde de, “Sigortalıların sürekli iş göremezlik malûllük ve erken yaşlanma hallerinin tespitinde, Kurum sağlık tesisleri sağlık kurullarınca verilecek raporlarda belirtilen hastalık ve arızaların esas tutulacağı, Kurumca verilen karara ilgililer tarafından itiraz edilmesi halinde Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu’nca karara bağlanacağı” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, mahkemece, 506 sayılı Yasa’nın 109. maddesinde öngörülen prosedür doğrultusunda inceleme yapılarak, Adli Tıp İhtisas Kurulu’ndan rapor alınmak suretiyle sigortalının meslekte kazanma güç kaybı oranı ve başlangıcı kesin biçimde belirlenmeli ve işe giriş tarihi öncesi malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık ve arızasının bulunup bulunmadığı tespit edilmeli, Yüksek Sağlık Kurulu raporu ile Adli Tıp Kurumu raporu arasında çelişki ortaya çıkması durumunda ise, Adli Tıp Genel Kurulu’ndan rapor alınmak suretiyle sigortalının meslekte kazanma güç kaybı oranı ve malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık ve arıza ile işe başlayıp başlamadığı kesin biçimde belirlenmeli ve sonucuna göre bir karar verilmelidir.
Öte yandan, alınacak Adli Tıp Genel Kurulu raporunda 2/3 oranında çalışma gücünün yitirilmediğinin veya çalışma gücü kaybı oranının %66,6’dan daha düşük olduğunun belirtilmesi halinde; mahkemece, 5510 sayılı Yasa’nın 25 ve 26. maddeleri çerçevesinde değerlendirme yapılması gereği gözden uzak tutulmamalıdır. Gerçektende; 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un 25’inci maddesi ile tüm sigortalılar dolayısıyla 506 sayılı Kanun kapsamında SSK (4/a) sigortalıları açısından da “malûl sayılma” şartları yeniden düzenlenmiştir. Bu kapsamda; 4/a ve 4/b’li sigortalılar için “…çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az %60’ını kaybettiği…” Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurullarınca usûlüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu Kurumun Sağlık Kurulu’nca tespit edilenlerin malûl sayılacağı belirtilmiştir.
Anılan Kanun’un 26’ncı maddesinde ise; “Sigortalıya malûllük aylığı bağlanabilmesi için sigortalının;
a) 25’inci maddeye göre malûl sayılması,
b) En az on yıldan beri sigortalı bulunup, toplam olarak 1800 gün veya başka birinin sürekli bakımına muhtaç derecede malûl olan sigortalılar için ise sigortalılık süresi aranmaksızın 1800 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması,
c) Malûliyeti nedeniyle sigortalı olarak çalıştığı işten ayrıldıktan veya işyerini kapattıktan veya devrettikten sonra Kurum’dan yazılı istekte bulunması, hâlinde malûllük aylığı bağlanır. Ancak, 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre sigortalı sayılanların kendi sigortalılığı nedeniyle genel sağlık sigortası primi dahil, prim ve prime ilişkin her türlü borçlarının ödenmiş olması zorunludur.” hükmü getirilerek, “malûllük aylığı” bağlanma şartları düzenlenmiştir.
Yukarıda açıklanan maddî ve hukukî olgular göz önünde bulundurulduğunda; mahkemece, verilen kararın usûl ve yasaya aykırı olduğu belirgin olup, bozulması gerekmektedir.
O hâlde; davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istem hâlinde davacıya iadesine, 09.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.