Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/5617 E. 2014/7212 K. 31.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/5617
KARAR NO : 2014/7212
KARAR TARİHİ : 31.03.2014

Mahkemesi : İstanbul Anadolu 2. (Kartal 2.) İş Mahkemesi
Tarihi : 04.07.2012
No : 2011/786-2012/671

Dava, 1479 sayılı Kanun kapsamında 450 gün sigortalılığın kabul edilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanunun 24’üncü maddesine göre, bir kimsenin zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olması için, meslek kuruluş kaydı ile birlikte, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışması gerekli iken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir. 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi ile değişik 1479 sayılı Kanunun 24’üncü maddesinde, zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmak için ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi mükellefi olma, gelir vergisinden muaf olanların da meslek kuruluşuna kayıtlı olması hükmü yer almaktadır. Yine 22.03.1985 tarihinde 3165 sayılı Kanunla getirilen düzenleme ile de kendi nam ve hesabına çalışanlardan vergi mükellefi olan, esnaf siciline veya meslek kuruluşuna kaydı olanların Bağ-Kur sigortalısı olacağı belirtilmiştir.
619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen düzenlemeleri Anayasa Mahkemesi’nin iptalinden sonra 02.08.2003 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle bu kez; gerçek ve basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyet tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlardan Esnaf ve Sanatkarlar Sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıt olanlar ise talep tarihinden itibaren zorunlu sigortalı olarak Kanun kapsamına alınmışlardır.
1479 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesi sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceğini, aynı Kanunun 25’inci maddesi ise, yasal şartların gerçekleştiği tarihte sigortalılığın kendiliğinden başlayacağını hüküm altına almıştır. Kanunkoyucu, 26’ncı madde ile sigortalılara, 3 ay içinde Kuruma başvurarak kayıt ve tescillerini yaptırmak yükümünü getirmiş, tescillerini yaptırmayanlar hakkında ise, Kurumca resen tescil işleminin yapılacağı emredici şekilde kurala bağlanmıştır. Buna karşın, Hukuk Genel Kurulu’nun, 03.11.2004 gün ve 2004/10-524-581 sayılı kararında da vurguladığı üzere, Sosyal güvenlik hakkı, temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile Anayasalarda güvence altına alınmıştır. Ülkemizin ekonomik, sosyal ve kültürel değişimi sosyal güvenlik haklarına olumlu yansımakla birlikte, kimi zaman bu hakların belirli tarihlerden başlatılmasını zorunlu kılan ve sürelerini sınırlayıcı düzenlemelere gidildiği de görülmektedir. Bunlardan, burada değinilmesi gereken 4956 sayılı Kanunun 47’nci maddesiyle Bağ-Kur Kanununa eklenen Geçici 18’inci madde; “Bu Kanuna göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde 04.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların sigortalılık hak ve mükellefiyetleri 04.10.2000 tarihinden itibaren başlar…” hükmünü içermektedir. 4956 sayılı Kanunun 43’üncü maddesiyle 1479 sayılı Kanuna eklenen ek 19’uncu maddeye göre ise, “Bu Kanun ve 2926 sayılı Kanuna göre kayıt ve tescili yapıldığı halde, beş yıl ve daha fazla süreye ilişkin prim borcu bulunan sigortalıların bu sürelere ilişkin prim borçlarının Kurumca yapılacak bildirimde belirtilen süre içerisinde ödenmemesi halinde daha önce prim ödemesi bulunan sigortalının ödediği primlerin tam olarak karşıladığı ayın sonu itibariyle, prim ödemesi bulunmayan sigortalının ise tescil tarihi itibariyle sigortalılığı durdurulur. Prim borcunun ait olduğu süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilmez ve bu sürelere ilişkin Kurum alacakları takip edilmeyerek, Kurum alacakları arasında yer verilmez. Ancak, sigortalı veya hak sahipleri daha sonra sigortalının en son bulunduğu basamağın başvuru tarihindeki değeri üzerinden hesaplanacak borç tutarlarını tebliğ tarihinden itibaren üç ay içinde ödedikleri takdirde bu süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilir… ” düzenlemesini içermekte iken, 5754 sayılı Kanunun 74. maddesiyle değişik 5510 sayılı Kanunun yürürlük maddesi olan 108. maddesi gereğince; 5754 sayılı Kanunun 64’üncü maddesiyle değişik 5510 sayılı Kanunun 106’ncı maddesiyle 01.10.2008 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılmasına karşın, davalı kurumun, 5754 sayılı Kanunun 93 . maddesini gözetmek suretiyle anılan düzenlemenin yürürlükten kaldırılma tarihini hatalı olarak 08.05.2008 tarihi olarak değerlendirdiği görülmektedir.
Somut olayda, 01.06.1992 tarihinden itibaren vergi kaydı bulunan davacı, 14.03.2008 tarihli giriş bildirgesine istinaden 04.10.2000 tarihi itibariyle 1479 sayılı Kanun kapsamında kayıt ve tescil edilerek, vergi kaydının sona erdiği 21.07.2007 tarihine kadar sigortalı olarak kabul edilmesine karşın prim ödenmesi yok iken, 25.03.2008 tarihinde davalı Kuruma yaptığı başvuru ile 2007/47 sayılı genelgeden faydalanmak suretiyle 14 ay karşılığı sigortalılık primini ödeyip bakiye süreden imtina ettiğini bildirmiştir.
2007/47 sayılı genelge, ek 19. madde hükmü çerçevesinde, sigortalının en son bulunduğu basamağın başvuru tarihindeki değeri üzerinden hesaplanacak borç tutarlarını tebliğ tarihinden itibaren üç ay içinde ödedikleri takdirde bu süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilir düzenlemesini içermektedir.
Belirtilen başvuruya karşın kanun ve genelge metnindeki “en son bulunduğu basamağın başvuru tarihindeki değeri üzerinden hesaplanacak borç tutarları” tebliğ edilmeyen davacının davaya konu süreden daha fazla sürenin prim ve gecikme zammı borcunu karşılayacak miktar olan 4500,00 TL.yi 15.08.2008 tarihinde ödediği anlaşılmaktadır.
Burada konuyla ilgisinin olması bakımından değinilmesi gereken 5754 sayılı Kanunun 73’üncü maddesiyle 5510 sayılı Kanuna eklenen ve 30.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren geçici 17’nci maddesindeki, “Kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlarla tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan, 1479 ve 2926 sayılı kanunlara göre tescilleri yapıldığı halde, bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla beş yılı aşan süreye ilişkin prim borcu bulunanların, bu sürelere ilişkin prim borçlarını, prim borçlarının ödenmesine ilişkin Kurumca çıkarılacak genel tebliğin yayımı tarihini takip eden aybaşından itibaren 6 ay içerisinde ödememeleri halinde, prim ödemesi bulunan sigortalıların daha önce ödedikleri primlerin tam olarak karşıladığı ayın sonu itibariyle, prim ödemesi bulunmayan sigortalıların ise tescil tarihi itibariyle sigortalılığı durdurulur. Prim borcuna ilişkin süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilmez ve bu sürelere ilişkin Kurum alacakları takip edilmeyerek, Kurum alacakları arasında yer verilmez.
Ancak, sigortalı ya da hak sahipleri daha sonra müracaatları tarihindeki 80’inci maddenin ikinci fıkrasına göre belirlenecek prime esas kazanç tutarı üzerinden hesaplanacak borç tutarının tamamını, borcun tebliğ tarihinden itibaren üç ay içinde ödedikleri takdirde, bu süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilir.
Sigortalılıkları önceki kanunlara göre durdurulanlar için de bu maddenin ikinci fıkrası hükmü uygulanır.” düzenleme, ek 19’uncu maddeyle birbirine benzemekte ise de, ek 19’uncu maddede prim borcuna ilişkin olarak beş yıl ve daha fazla süre koşulu aranmış, geçici 17’nci maddede, bu şart beş yılı aşan süre olarak öngörülmüş, ayrıca, ek 19’uncu maddede sigorta prim borcunun hangi tarihe göre hesaplanması gerektiği yönünde belirleme yer almaz iken, geçici 17’nci maddede hesaplamanın 30.04.2008 günü itibariyle yapılacağı bildirilmiştir. 30.04.2008 – 01.10.2008 tarihleri arasında her iki madde yürürlükte olup, inceleme konusu davada özellikle davacı sigortalının istemi doğrultusunda, sosyal güvenlik hukukunun niteliği ve ilkelerine göre 1479 sayılı Kanunun ek 19’uncu madde hükmünün uygulanması gerektiği belirgindir.
Öte yandan, uyuşmazlığın çözümünde değinilmesi gereken önemli bir hususta; 1479 sayılı Kanunun “Prim alınması” başlığını taşıyan 48’inci maddesinde, bu Kanun gereğince sigortalılara yapılacak her türlü yardımlarla yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurumca bu Kanun hükümlerine göre prim alınacağı belirtilmiş, “Prim oranları ve hesaplanması” başlıklı 49’uncu maddesinde, bu Kanuna göre ödenecek sigorta primi oranı açıklanarak, sigortaya girişte bildirilen gelirin bir defaya özgü olmak üzere belli bir oranında giriş keseneği, basamak yükselmelerinde ise yükselme primi alınacağı, sigorta priminin, sigortalılığın başladığı tarihi izleyen ay başından, sigortalılığın bittiği ayın sonuna kadar hesaplanmak suretiyle tam ay olarak alınacağı, bu kesenek ve primlerin tümünün, yılı içinde ödenmek kaydıyla vergi uygulamasında gider olarak gösterilebileceği bildirilmiş, anılan Kanunun 20.05.2006 günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun 43’üncü maddesiyle yürürlükten kaldırılan “Kurumun gelirleri” başlığını taşıyan 15’inci maddesinde de, prim gelirleri ile Kurum gelirlerinin değerlendirilmesinden elde edilen gelirlere yer verilmiştir. 5502 sayılı Kanunun 34’üncü maddesinde ise, Kurum gelirleri olarak, sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası prim gelirleri, sosyal sigorta ile genel sağlık sigortasına yapılan Devlet katkısı, primlerin ve diğer gelirlerin değerlendirilmesinden elde edilen gelirler sıralanmış, “Çeşitli malî hükümler” başlıklı 37’nci maddesinde, süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primlerinin, gecikme zamlarının, katılım paylarının Kurum alacağına dönüşeceği ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51’inci, 102’nci ve 106’ncı maddeleri hariç diğer maddelerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Bilhassa belirtilmelidir ki, 1479 sayılı Kanunda sigorta primlerinin toptan geri ödenmesi iki durum ve sigorta kolu için öngörülmüştür. Kanunun “Yaşlılık sigortasından toptan ödeme ve hizmet ihyası” başlığını taşıyan 39’uncu maddesinde, sigortalı olarak çalıştığı işten ayrılan, malûllük veya yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazanamayan kadın ise 60, erkek ise 62 yaşını doldurmuş bulunan sigortalılara, ödedikleri primlerin, yazılı istekleri üzerine toptan ödeme şeklinde geri verileceği, “Ölüm sigortasından toptan ödeme” başlıklı 44’üncü maddesinde de, ölen sigortalının hak sahibi kimselerinden hiç biri bu Kanuna göre ölüm sigortasından aylık bağlanmasına hak kazanamadıkları takdirde, sigortalının ödediği primlerin, hak sahiplerine toptan ödeme şeklinde geri verileceği hüküm altına alınmış olup, anılan yöndeki her iki düzenleme 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren “Yaşlılık toptan ödemesi ve ihya” başlığını taşıyan 31 ve “Ölüme bağlı toptan ödeme ve ihya” başlıklı 36’ncı maddesinde de korunmuş olmakla, inceleme konusu davada davacı yönünden prim iadesine ilişkin olarak söz konusu hükümlerin uygulama koşullarının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, 1479 sayılı Kanunun “Yersiz olarak alınan primlerin geri verilmesi” başlığını taşıyan 55’inci maddesinde, yanlış ve yersiz olarak alındığı anlaşılan primlerin, alındığı tarihten itibaren 10 yıl geçmemiş ise sigortalıya geri verileceği bildirilmiş, 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren “Prim borçlarına halef olma, gecikme cezası ve gecikme zammı ile iadesi gereken primler” başlıklı 89’uncu maddesinde kısmen benzer nitelikte düzenleme yapılarak, yanlış veya yersiz alınmış olduğu saptanan primlerin, alındıkları tarihten on yıl geçmemiş ise, payları oranında işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara veya genel sağlık sigortalılarına veya hak sahiplerine yasal faizi ile birlikte geri verileceği hüküm altına alınmış ise de, davacının 1479 sayılı Kanuna tabi zorunlu sigortalılığına dayalı olarak ödediği primlerin Kurumca yanlış veya yersiz tahsil edildiği ileri sürülemeyeceği gibi, anılan sigortalılık sürelerinin kendisine yaşlılık aylığı bağlanması aşamasında değerlendirilmemesinin sonuca herhangi bir etkisinden de söz edilemez.
Ayrıca; Anayasa’nın 60’ıncı maddesindeki, herkesin, sosyal güvenlik hakkına sahip olduğuna, Devletin, bu güvenliği sağlayacak gerekli önlemleri alacağı ve teşkilatı kuracağına ilişkin hüküm, 1479 sayılı Kanunun “Yazılma” başlığını taşıyan 26’ncı maddesinde yer alan, sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağı, sözleşmelere, sosyal sigorta yardım ve yükümlülüklerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamayacağı yönündeki emredici kural, yukarıda değinilen 1479 sayılı Kanunun 15, 48, 49’uncu maddeleri ile 5502 sayılı Kanunun 34 ve 37’nci madde düzenlemeleri karşısında, inceleme konusu davada olduğu gibi, ödenen primlerin sigortalılara geri verilmesinin mümkün olmadığı ortadadır.
Bu çerçevede somut olayda; davacının temyizinin de olmadığı gözetilerek, 15.08.2008 tarihinde ödediği 4500,00 TL. primin geçmiş dönem sigortalılık prim vs. borçlarına mahsup edilmesi gerektiğinden, davalı Kuruma sorularak belirlenmesi gereken primi ödenmiş sigortalılık süresi tespit edilerek açıklanan yasal düzenlemeler çerçevesinde değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurularak yapılacak araştırma ve değerlendirme sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu istemin aynen hüküm altına alınmış olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 31.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.