Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/3840 E. 2014/4733 K. 06.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/3840
KARAR NO : 2014/4733
KARAR TARİHİ : 06.03.2014

Mahkemesi : Manisa 2. İş Mahkemesi
Tarihi : 05.11.2013
No : 2013/292-2013/484
Davacı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adına Av. O.. Ö..

Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı İ.. B.. ile davacı Kurum vekili ve davalı E. Temizlik Hizmetleri Nak. Tur. İnş. Taah. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı Kurum, 21.09.2002 tarihinde geçirdiği trafik-iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik durumuna giren sigortalı O.. Ç..’a bağlanan gelirler ile yapılan harcama ve ödemelerden oluşan sosyal sigorta yardımlarının 506 sayılı Kanunun 26 ve 87’nci maddeleri uyarınca rücuan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davanın kısmen kabulüne ilişkin Mahkemenin 11.10.2011 tarih 57 / 366 sayılı kararı Dairemizin 06.06.2013 tarih 11640 / 12669 sayılı ilamı ile bozulmuş; Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
1- İşverenin, meydana gelen iş kazasından nedeniyle sigortalı ya da hak sahiplerine sosyal sigorta yardımları yapmakla görevli olan Kuruma karşı 506 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesi uyarınca sorumluluğu, kusur sorumluluğu ile sınırlı bulunmaktadır. Anılan kusur sorumluluğu; ancak işverenin kastı, suç sayılır eylemi, işçilerin sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına aykırı eyleminin ve bunlarla meydana gelen iş kazası arasında illiyet bağının bulunması halinde oluşmaktadır. Buna göre; işverenin iş kazasındaki kasıt veya kusurunun tespiti amacıyla; iş kazasının oluşumuna ilişkin maddi olguların eksiksiz biçimde saptanması, sorumluluğu gerektiren her koşulun, kendi özelliği çerçevesinde araştırılıp irdelenmesi, işveren ve diğer ilgililerin kusur oran ve aidiyetlerinin belirlenmesi gerekir.
Bu kapsamda; 6331 sayılı Kanunun 37’nci maddesi uyarınca yürürlükten kaldırılan ancak zararlandırıcı sigorta olayının meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77’nci maddesi uyarınca, işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumluluktan konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. Anılan madde ile, işverenlere, işçi sağlığı ve iş güvenliği kavramından kapsamlı olarak, her türlü önlemi almak yanında, bir anlamda objektif özen yükümlülüğü de öngörülmektedir. Bu itibarla işverenin, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri, işçinin tecrübeli oluşu veya dikkatli çalıştığı takdirde gerekmeyeceği gibi bir düşünce ile almaktan sarfınazar etmesi kabul edilemez.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) ortak Komisyonunda işçi sağlığının esasları: Bütün işkollarında işçinin fiziksel, ruhsal ve sosyo-ekonomik bakımdan sağlığını en üst düzeye çıkarmak ve bunun devamını sağlamak; çalışma şartları ve kullanılan zararlı maddeler nedeni ile işçi sağlığının bozulmasını engellemek; her işçiyi kendi fiziksel ve ruhsal yapısına uygun işte çalıştırmak; özet olarak işin işçiye ve işçinin ise uyumunu sağlamak olarak tanımlanmaktadır. Belirlenen amaçlara ulaşmak, dolayısıyla iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önlemek temel sorumluluktur. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.11.2006 gün ve E: 2006/10-696, K: 2006/704 sayılı kararı).
Öte yandan; sigortalı veya hak sahipleri tarafından tazmin sorumlularına karşı açılan tazminat davasında alınan kusur ve hesap raporu, rücu davası yönünden bağlayıcı olmayıp, kesinleşmesi halinde güçlü delil niteliğinde sayılması gerekmektedir.
Somut olayda; 21.09.2002 tarihi saat 11:00 sıralarında E. Temizlik Hizmetleri Nak. Tur. İnş. Taah. Tic. Ltd. Şti. taşeronu Y.. D.. adına tescilli çöp toplama ve temizlik hizmetleri işyerinde çalışan ve davalılardan İ.. B..’ın sevk ve idaresindeki çöp kamyonunun arkasındaki platformda bulunan sigortalının, geri manevra sırasında bina ile kamyon arasında sıkışarak yaralandığı anlaşılmaktadır.
Davalılardan İ.. B.. aleyhine açılan ceza davasında; Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesi tarafından Karayolları Trafik Kanunu çerçevesinde bir değerlendirme yapılarak sigortalıya 2/8, anılan davalıya ise 6/8 oranında kusur atfedilerek davalının mahkumiyetine karar verilmiştir. Sigortalı tarafından davalılar ve dava ile ilgisi Mahkemece tartışma konusu yapılmayan İ. Yapı San. Tic. Ltd. Şti. aleyhine açılan ve kesinleşen tazminat davasında da herhangi bir kusur incelemesine gidilmeyerek ceza davasında alınan Adli Tıp kusur raporu esas alınarak hüküm kurulmuştur. Söz konusu kusur raporunda, işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği çerçevesinde kusuruna ilişkin herhangi bir tespit yapılmadığından, 506 sayılı Kanunun 26’ncı maddesini uygun olmadığı açıktır. Esasen yukarıda açıklandığı üzere, işbu davaya ilişkin bağlayıcılığı da bulunmadığı nazara alınarak, Mahkemece, iş güvenliği ve işçi sağlığı konularında uzman bilirkişilerden oluşacak kuruldan, 506 sayılı Kanun’un 26, 4857 sayılı Kanun’un 57, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün 2 ve devamı maddelerine uygun olarak düzenlenmiş kusur raporu alınarak, işverenin, davalı üçüncü kişinin, sigortalının ve varsa başka üçüncü kişilerin kusur oran ve aidiyetlerinin gerçeğe uygun olarak tespiti gerekirken, eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı biçimde hüküm kurulması;
2- Her ne kadar bir ara kararı olsa da; Mahkemece, Yargıtay’ın bozma ilamına uyulması durumunda, bozma kararı lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak doğar ve Mahkeme bu kararından dönemeyeceği gibi bozma ilamı doğrultusunda işlem yapmak zorundadır. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda “usulî kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamakta ise de, bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Nitekim; Hukuk Genel Kurulu’nun 18.10.1989 gün 541-534, 21.02.1990 gün 10-117; 07.10.1990 gün 439-562; 19.02.1992 gün 635-82; 23.02.1994 gün 936-94; 03.03.2010 gün ve 2010/12-81-118; 27.09.2006 gün ve 2006/19-635 Esas 2006/573 Karar; 15.10.2008 gün ve 2008/19-624 Esas 2008/632 Karar ile 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 Esas 2010/87 Karar sayılı kararları da bu doğrultudadır.
Eldeki davada “yeniden kusur raporu alınarak, ilgililerin kusur oran ve aidiyetlerinin gerçeğe uygun olarak tespiti” gereği yönünden ilk karar bozulduğu ve Mahkemece de anılan bozma ilamına uyulmasına karar verildiği halde temyiz edenler lehine oluşan usuli kazanılmış hak gözetilmeksizin ve bozma gereği yerine getirilmeksizin yazılı gerekçelerle karar verilmesi; usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalı İ.. B.. ile davacı Kurum vekili ve davalı E. Temizlik Hizmetleri Nak. Tur. İnş. Taah. Tic. Ltd. Şti. vekili bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 06.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.