Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/27862 E. 2015/19021 K. 10.11.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/27862
KARAR NO : 2015/19021
KARAR TARİHİ : 10.11.2015

Mahkemesi : Ankara 7. İş Mahkemesi
Tarihi : 12.09.2014
No : 2012/1569-2014/866

Davacı, Kurumun borç çıkarma işleminin iptalini ve yaşlılık aylıklarının ödenmeye devam edilmesini istemiştir.
Mahkeme, davanın reddine karar vermiştir.
Hükmü, davacının avukatının temyiz etmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
1-)Sigortalılık süresi başlangıcı olan 01.10.1975 tarihinden itibaren 4807 gün prim ve 600 gün askerlik borçlanması üzerinden 01.06.2001 tarihinden itibaren 506 sayılı Kanun kapsamında yaşlılık aylığı bağlanan davacının, 649 gün priminin başka bir sigortalıya ait olması nedeniyle bağlama şartları ortadan kalktığından 2012 yılında yapılan işlemle baştan itibaren yaşlılık aylığının iptal edilerek 5510 sayılı Kanunun 96-b maddesi kapsamında borç çıkarma işlemi yapıldığı anlaşılmaktadır.
Davacının, 06.12.2006 tarihinden itibaren kesintili olarak çalıştığı görülmektedir.
Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlığını taşıyan 141. maddesindeki, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten hüküm, 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usûl ekonomisi ilkesi” başlıklı 30. maddesinde yer alan, hakimin, yargılamanın kabul edilebilir süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlü olduğu yönündeki düzenleme, sosyal koruma, dayanışma, sosyal denkleştirme ve zorunluluk ilkelerine dayanan sosyal sigortalar, bireyin onuru ile kişiliğinin geliştirilmesi için kaçınılmaz ekonomik, sosyal ve kültürel hakların doyurulması temeline dayanan sosyal güvenlik hukukunun ilkeleri dikkate alındığında, 06.12.2006 tarihinden itibaren davacının sigortalı olarak çalıştığı süreler gözetilmek suretiyle yaşlılık aylığı bağlama şartlarının oluşup oluşmadığı değerlendirilip, sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
2-)Sebepsiz zenginleşen kişi, malvarlığında sebepsiz yere meydana gelen artışı iade ile yükümlüdür. İade yükümlülüğünün konusu ve kapsamı ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 63. maddesinde (6098 sayılı Kanunun 79. maddesi) hükme bağlanmış olup, maddelerde; iade borcu, zenginleşen kişinin iyi veya kötü niyetli olmasına göre farklı şekilde ele alınmıştır.
Haklı bir sebebe dayanmaksızın zenginleşen kimse kötü niyetli ise, iade borcu zenginleşmenin tamamını kapsar. Diğer bir ifade ile kötü niyet halinde iade borcu, geri verme zamanındaki zenginleşme miktarıyla sınırlı değildir. Anılan maddeye göre, sebepsiz zenginleşen kimse, o şeyi kötü niyet ile elden çıkarmış veya onu elden çıkarırken sonradan geri vermek zorunda kalacağını bilmek durumunda ise, iade ile yükümlüdür. Zenginleşmeyi iade edeceğini ve dolayısıyla zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmadığını bilen veya gerekli özeni gösterdiği takdirde bilebilecek durumda olan kişi, kötü niyetli zenginleşen konumundadır.
Bütün hakların kullanılmasında Medeni Kanunun 2. maddesinde ifade edilen dürüstlük (objektif iyiniyet) kuralına uyulması gerekir. Bir hak, dürüstlük kuralına aykırı kullanılırsa kötüye kullanılmış olur. Bir hakkın sırf başkasına zarar vermek amacıyla kullanılmasını kanun korumaz.
Dürüstlük kuralı, bir kimseden (dürüst bir insan olarak) beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlak ölçülerine, gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulana gelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.
Hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirlerken, o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının olup olmadığına, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Bir kimsenin kendi ahlaka aykırı davranışına dayanması ve uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunması gibi ölçütler, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler (Prof.Dr.M.Kemal Oğuzman Medeni Hukuk-Temel Kavramlar S.Bası 1985.sf, 154 vd).
Hakkın kötüye kullanıldığı savunma olarak ileriye sürülmüş olmasa dahi, bu husus def’i değil itiraz olarak kabul edildiğinden, hakim, dava dosyasından anlaşılan böyle bir durumu re’sen gözönüne almak zorundadır (Yargıtay H.G.K.4/11/1964 gün 1964/2-953 Esas ve 1964/640 K. sayılı ilamı, 14.2.1951 tarih ve 1949/17 E, 1951/1 K. sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararı, 8/11/1991 tarih 1990/4 Esas, 1991/13 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı.).
Medeni Kanunun 3. maddesinde ifade edildiği üzere, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet savunmasında bulunamaz.
Kuşkusuz iyiniyet yada kötüniyet kavramları, subjektif, diğer bir anlatımla insanların iç dünyaları ile ilgili kavramlardır. Bunun açıklığa kavuşturulması, somutlaştırılması olaylarla özdeş hale getirilmesi son derece güçtür. İşte bu durumda hakim, maddi olguların yanında karinelerden, hayat deneyimlerinden yararlanmak suretiyle gerçeği bulmaya gayret gösterecektir.
Yapılan açıklamalar ve dosyadaki bilgi ve belgeler çerçevesinde; tüm şartları gerçekleştiren sigortalılar için yaşlılık aylığı bağlanması hakkı var iken ve davacı buna ilişkin defalarca Kurumdan bilgi isteyip uyarı görevini yapmasına karşın, davacı ile aynı adı taşıyan başka bir sigortalının primlerini karıştırmak suretiyle; hak etmemesine rağmen davacıya yaşlılık aylığı bağlanması tamamen Kurumun kusuru sonucu olup; davacının kötü niyetli olmadığı ve Kurumu yanıltmadığının belirgin olması; davalı Kurum tarafından da kötü niyetli olduğunun iddia ve ispat edilememesi, yaşam deneyimleri ile günümüzün ekonomik koşullarına göre aldığı yaşlılık aylıklarını tükettiğinin anlaşılması ve işlemin, objektif iyiniyet kuralına açıkça aykırı olması nedeniyle, eldeki davaya konu olay nedeniyle davacının borçlu olmadığının belirlenmesi gerekir.
Mahkemenin, bu maddi ve hukuki olguları gözetmeksizin eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 10.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.