Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/20797 E. 2015/20707 K. 26.11.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/20797
KARAR NO : 2015/20707
KARAR TARİHİ : 26.11.2015

Mahkemesi :İstanbul 19. İş Mahkemesi
Tarihi :22.05.2014
No :2013/776-2014/228

Dava, ödenmeyen ölüm aylıklarının yasal faiziyle birlikte tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir. (Yargıtay HGK 17.10.2012 gün ve 2012/9-838-715 sayılı ilamı; Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M.; Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, s. 320; Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, s.286)
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda açıkça kısmi dava düzenlenmediği halde, söz konusu Kanunun yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 109. maddesinde ise, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; ikinci fıkrasında ise; talep konusunun miktarı,taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir.
Bu durumda; davadaki talep konusunun miktarı taraflar arasında “tartışmasız” ise veya taraflar arasında miktar veya parasal tutar bakımından bir tartışma olmakla beraber, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın, objektif olarak talep konusunun miktarı herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde “belirli” ise o talep konusunun sadece bir kısmı dava edilemeyecektir. Örneğin, satım sözleşmesinde alıcının ödemesi gereken bedel, sözleşmede tereddüde yer bırakmayacak biçimde, açıkça yazılı ise kısmi dava caiz değildir. (Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M, age s.328; Kuru/Arslan/Yılmaz, age s.286).
Doktrinde; talep konusunun miktarının, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın objektif olarak belirlenebilmesinde, İİK m. 67 hükmünde öngörülen icra inkâr tazminatına ilişkin “likit alacak” kavramının yol gösterici olabileceği ileri sürülmüştür.(Kuru/Budak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 11; Yılmaz Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012 s.737 vd.)
Genel bir kavram olarak, “likid (ligiude) alacak”; “tutarı belli (muayyen), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır” Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya, alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması, ya da, borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit  bir alacaktan söz edilemez. (YHGK 17.10,2012 gün ve 2012/9-838-715 sayılı ilamı)
Somut olayda, davacı, 5561 sayılı Yasanın 1.maddesi ile değişik 506 sayılı Yasanın 66. maddesinin “c” bendi ve 506 sayılı Yasaya eklenen geçici 93. madde uyarınca 18.11.2006 tarihinden itibaren ölüm aylığına hak kazandığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 01.01.2008-01.07.2013 döneminde ödenmeyen ölüm aylıklarından şimdilik 5.500 TL’nin faiziyle birlikte tahsili isteminde bulunmuş, Mahkemece, aylık miktarlarının ve faiz alacağının tam ve kesin olarak tespit edilebilir olduğu, ne tespit, ne belirsiz alacak ve tespit, ne de kısmi dava şartlarının oluşmadığı, davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa ki, yukarıda açıklandığı üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 107/2. fıkrasında “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.” ve 109/2. fıkrasındaki “Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz.” şeklindeki amir hükümler gözetildiğinde, davacının, aylık miktarlarını ve ödenme tarihlerini davalı Kurumdan celpetmeden alacak miktarını tespit etmesinin mümkün olmadığı gibi, dava konusu faiz alacağının miktarının gerekirse bilirkişi incelemesiyle tek tek hesaplanarak tespit edilmesi gerektiğinden, alacak miktarının davacı yönünden belirli olduğu söylenemez. Bu durumda, davanın belirsiz alacak davası olduğu gözetilerek, davacının, kısmi dava açmakta hukuki yararı bulunduğundan, esasa girilerek ortaya çıkacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Öte yandan; davacı adli yardım talebinde bulunmuş olup, davacının talebi ile ilgili bir karar verilmesi gerçeği de bozma üzerine yürütülecek yargılama sürecinde göz önünde bulundurulmalıdır.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 26.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.