Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2014/2068 E. 2014/5495 K. 11.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/2068
KARAR NO : 2014/5495
KARAR TARİHİ : 11.03.2014

Mahkemesi : Kocaeli 1. İş Mahkemesi
Tarihi : 04.10.2012
No : 2009/735-2012/605

Davacı Bağ-Kur, ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirlerin 1479 Sayılı Yasanın 63. maddesi uyarınca rücuan tahsilini talep etmiştir.
Mahkeme, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davanın yasal dayanağı 1479 Sayılı Kanunun 63. maddesidir. Aynı Kanunun 41. maddesi hükmüne göre, sigortalının iş kazası sonucu ölmesi halinde, Kurum hak sahiplerine prim ödeme süresine bakmaksızın ölüm aylığı bağlar ve bunun ilk peşin değerini üçüncü kişiler ve onları istihdam edenler ile araç sahipleri ve diğer sorumlulardan rücuan tazminat yoluyla ister. Anılan yasanın 82. Maddesi ise; “Bu Kanununda geçen “iş kazası” teriminin kapsamının tayininde 506 Sayılı Kanun hükümleri kıyas yoluyla uygulanır” hükmünü içermektedir. 1479 Sayılı Yasanın 63. madde hükmünü açıklamadan önce maddedeki “üçüncü kişi” kavramının kimleri amaçladığı konusu üzerinde durulmalıdır. Uygulamada “birinci kişi” Bağ-Kur’u “ikinci kişi” sigortalı veya hak sahibini, “üçüncü kişi” ise bu ikisinin dışında kalan kişileri amaçlamaktadır. Madde ile Kuruma tanınan rücuan tazminat hakkının hukuki nitelendirmesine gelince, başlangıçta uzun yıllar bu hakkın kendine özgü halefiyet kuralına dayandığı kabul edilerek içtihat oluşturulmuş ise de, Yargıtay daha sonra bu görüşünü terk ederek; maddede 3396 Sayılı Kanunla 30.06.1987 tarihinde yapılan değişiklik sonucu, Kurumun rücu hakkının halefiyete dayanmadığını ve Kanundan doğan basit rücu hakkı olduğunu kabul etmiş ve içtihat bu yönde oluşarak istikrar kazanmış bulunmaktadır.
Öte yandan, kusur incelemesinin sağlıklı şekilde yapılabilmesi, ancak davalı ile ölen sigortalının hukuki durumlarının ve aralarındaki hukuki ilişkinin yasaya uygun biçimde tanımlanmasına bağlıdır. Dosya içeriğine göre, zararlandırıcı sigorta olayının 21.08.2005 tarihinde meydana geldiği, davalının, 21.10.2004 tarihinde tescil edilen dava dışı “T. Emniyet Tekstil İnşaat Hafriyat Limitet Şirketi”nin ortağı ve müdürü, kazalının ise “İnşaat ve Taahhüt İşleri” nedeniyle 20.06.2002-ölüm tarihi 21.08.2005 arası dönemde vergi mükellefi olup, 20.06.2002 tarihi itibariyle Esnaf Bağ-Kur sigortalısı olarak tescil edildiği, 20.06.2002 tarihinde başlayan sicil kaydı ile 19.08.2002 tarihinde başlayan Ticaret Odası kaydının ölüm tarihine kadar devam ettiği, sigortalının yukarıda bahse konu şirkete ait inşaatta çalışırken, kum kovasını el arabasına boşalttığı sırada dengesini yitirip el arabası ile birlikte üçüncü kattan düşüp vefat ettiği, sigortalı kazalı ile yukarıdaki şirket arasında düzenlenen 14.11.2004 tarihli adi yazılı sözleşmede; şirkete ait üç katlı inşaatın yapım işinin en uygun fiyat veren kazalıya ihale edildiğinin belirtildiği, ceza davasının sadece davalıya karşı açılıp ölen sigortalı ile birlikte eşit oranda kusurlu sayılıp mahkumiyet kararının kesinleştiği, mahkemece, anahtar teslimi nedeniyle kazalının asıl işveren olduğu yönündeki kusur raporu esas alınarak davanın reddine hükmedildiği anlaşılmaktadır.
Belirtmek gerekir ki; Bağ-kur sigortalısı 1479 sayılı Kanunun 24. maddesindeki tanıma göre, “herhangi bir işverene hizmet akdi ile bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışan” kişi olduğundan işini yaptığı kişi ile arasındaki hukuki ilişki hizmet akdine değil çoğunlukla istisna akdine dayanır, işini gördüğü kişi ise “işveren” değil iş sahibidir. Hal böyle olunca iş sahibinin sigortalı üzerinde İş Kanunu ve Sosyal Sigortalar Kanunundan doğan işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini alma görev ve sorumluluğu olmadığı açıktır.
Oysa mahkemenin hükme dayanak kıldığı 13.03.2012 tarihli bilirkişi raporunda, kademeli olarak değerlendirme yapılıp, davalının işveren, ölen sigortalının işçi kabul edilmesi durumunda davalı işverenin %80, ölen sigortalı işçinin %20 oranında kusurlu sayılacağı, ölen sigortalının asıl işveren kabul edilmesi halinde ise %100 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, asıl işveren ve alt işveren ilişkisinin kabulü halinde ise asıl işveren davalının %40, alt işveren kazalının %60 oranında kusurlu olması gerektiğinin belirtildiği, dolayısıyla kusur aidiyet ve oranlarının işçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü hükümlerine göre değerlendirildiği görülmüştür.
Hal böyle olunca davalının ve dava dışı şirketin, iş kazalarına karşı gerekli tedbirleri alma ve bunları denetleme gibi işverene ait bir sorumluluğu bulunmadığı, ancak 3. kişi sıfatıyla olayın meydana gelmesinde “suç sayılır” nitelikte kusurlu bir eylem ve davranışlarının bulunup bulunmadığı üzerinde durulmalı ve kusur aidiyet ve oranları bu kapsamda belirlenmelidir.
Mahkemenin 1479 sayılı Kanunun 82. maddesi hükmüne uygun olarak olayı iş kazası olarak kabul etmesi isabetli ise de, davalının kusurunu belirlerken yukarıda açıklanan hukuki esasları gözetmemiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde; davacı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, 11.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.