Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/8669 E. 2014/4280 K. 03.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/8669
KARAR NO : 2014/4280
KARAR TARİHİ : 03.03.2014

Mahkemesi : Tokat 1. İş Mahkemesi
Tarihi : 19.03.2013
No : 2010/278-2013/79

Dava ve birleşen dava icra takiplerine yapılan itirazların iptali istemine ilişkindir.

Mahkeme, davaların reddine karar vermiştir.

Hükmü, davacının avukatının temyiz etmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

1-)Davaya ilişkin temyiz itirazları yönünden;

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.04.2008 tarih, 2008/332 Esas ve 2008/336 karar sayılı ilamında açıklandığı üzere; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 605.maddesi “B.Ret; I.Ret beyanı; 1.Ret hakkı” başlığı ile düzenlenmiştir. Birinci fıkrası “Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler.” hükmünü içermektedir. Kayıtsız, şartsız ret (hakiki ret) olup, bu davada uygulama dışındadır. İkinci fıkrası “Ölümü halinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.” hükmünü amirdir. Bu hüküm bir karinedir. Konumuzu “veya”dan önceki cümle ilgilendirmektedir. Türk Kanunu Medenisinin 545. maddesinin sadeleştirilmiş şekli aynen kaleme alınmıştır. Bir çok yargı kararlarında ve ilmi görüşlerde bu ret, hükmi ret olarak isimlendirilmektedir. Türk Medeni Kanunu, “hakiki redde” süre ile kayıtlı ve mirasçıların tek taraflı irade açıklamasını öngördüğü halde, söz konusu “hükmi reddin” sonuç doğurması için herhangi bir irade açıklaması ya da dava yolu öngörmemiştir. Öyle ki, reddin kendiliğinden oluştuğu kabul edilip, mirasın açılması ile kendiliğinden mirasçılara intikal edeceği (TMK.m.599) yönündeki kurala bir istisna getirilmiştir. Eğer mirasçı olabilecek kişi sarih irade beyanıyla ya da Türk Medeni Kanunu’nun 610. maddesinin ikinci cümlesinde açıklanan davranışlarla mirası kabul etmiş ise, zaten yapılabilecek bir işlem kalmamıştır. Mirası hükmen reddetmiş sayılan kişi, tereke alacaklıları aleyhine husumet yönelterek bu durumun tespitini isteyebileceği gibi, bunu def’i yolu ile de ileri sürebilir.

Somut olayda, davalılar def’i yolunu tercih etmiştir. Açılan bu davada miras bırakanın ödemeden aciz olduğunu dile getirmişlerdir. İşte bu halde mirasın reddedilmiş olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, mahkemece, öldüğü tarih itibariyle davalıların murisinin terekesinin borca batık olup olmadığınin belirlenmesi gerekir.
Davaya konu icra takibinin tarihinin 31.08.2009 olduğu ve 12.01.2007 tarihinde ölen davalıların murisine haksız ödendiği iddia edilen yaşlılık aylıklarının faizinin de 31.08.2009 tarihine kadar hesaplandığı; murise ait taşınmazların değerinin ise 2010 ve 2011 yılı verilerine göre belirlendiği, murisin menkul mal/hak ve alacaklarına ilişkin ise inceleme yapılmadığı görülmektedir.

Hal böyle olunca; davaya konu borç faizi ve tereke değeri, murisin öldüğü 12.01.2007 tarihi itibariyle belirlenip, mirasçıların, sarih irade beyanı ya da Türk Medeni Kanunu’nun 610. maddesinin ikinci cümlesinde açıklanan davranışlarla mirası kabul edip etmedikleri araştırılıp tespit edilmek suretiyle yapılacak değerlendirme sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

2-)Birleştirme kararı verilen davaya ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. Diğer bir anlatımla; yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ancak yazılı delille kanıtlanabilir.

Ne var ki, aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olan “tutanaklar” ile ifade edilen; Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olanlar ile belgeye dayalı olmamakla birlikte düzenlenmesinde hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkarına konu olmayan tutanaklardır.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir.

Buna göre, özellikle, rapor veya ekli tutanaklarda imzası bulunmayanlar yönünden, söz konusu tutanakların aksinin yazılı delille kanıtlanması yükümünden söz etmek mümkün değildir.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinin açık hükmü karşısında zorunludur.

Öte yandan, 818 sayılı Borçlar Kanunu 53. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74.) maddesi hükmü gereğince, hukuk hakimi kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, hukuk hakiminin, ceza hakiminin fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağı saptayan maddi vakıa konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli diğer bir deyişle maddi vakıanın kabulü
Konusunda kesinleşmiş olan bir mahkumiyet veya maddi vakıa tespiti yapan beraat hükmüyle bağlı olacağı hem ilmi hem de kökleşmiş kazai içtihatlarla benimsenmiştir.

Yapılan açıklamalar çerçevesinde, davalı E.. Y..’a ilişkin ceza yargılamasının akıbeti araştırılıp hukuk hakimi yönünden bağlayıcı duruma gelen maddi vakı/vakıalar belirlenip ve müfettiş raporunun niteliği değerlendirilmek suretiyle yapılacak irdeleme sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

Mahkemenin bu maddi ve hukuki olguları gözeterek yapacağı araştırma ve inceleme sonucuna göre karar vermesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar vermiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, davacının avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 03.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.