Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/6790 E. 2014/237 K. 14.01.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/6790
KARAR NO : 2014/237
KARAR TARİHİ : 14.01.2014

Mahkemesi :İmamoğlu Asliye Hukuk(İş) Mahkemesi
Tarihi :19.12.2012
No :2010/244-2012/214

Dava, rucüan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davalı Y..Elek.Üretim A.Ş. yönünden davanın reddine, diğer davalı A.. İnş.San.Nak.Tic.Ltd.Şti yönünden ise kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum ve davalılardan A.. İnş. San. Nak. Tic. Ltd. Şti. avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun, yürürlüğü sonrasında gerçekleşen olaylardan kaynaklanan rücuan tazminat davalarında uygulanması gerektiği, davaya konu işkazasının ise 03.5.2009 tarihinde meydana gelmiş olması karşısında, davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Kanunun 12. ve 21. maddeleridir.
Davada somutlaşan olayda; davalı Y..Elek. Üretim A.Ş.’ye ait HES inşaatı işinin, 25.12.2008 tarihli sözleşme ile santral binası betonarmesi kısmının yapımını üstlenen A.. İnş. San. Nak. Tic. Ltd. Şti. sigortalısı ve beton sulamakla görevli M.. A..’nın, sabah 6.30 ‘da sulama yaparken, yaklaşık 7 metre aşağıdaki toprak zemine düşerek vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, A.. İnş. San. Nak. Tic. Ltd. Şti.’ye %70, kazalıya %30 kusur verilmiş, Y.. Elek.Üretim A.Ş. işi anahtar teslimi şeklinde vermiş kabul edilerek kusursuz kabul edilmiş ise de mahkemenin hükmü eksik inceleme ve hatalı değerlendirmeye dayalıdır.
Davada, öncelikle çözümlenmesi gereken sorun; zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan sigortalıyı çalıştıran işyeri ile diğer davalı arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinin, bir başka ifade ile asıl işveren – alt işveren ilişkisi (taşeron) ilişkisi olup olmadığının saptanmasıdır.
Davanın yasal dayanaklarından olan 5510 sayılı Kanunun 12’nci maddesinde “alt işveren” olarak, mevzuat, öğreti ve içtihatlarda ise aracı, taşeron, tali işveren, alt müteahhit ve alt ısmarlanan gibi adlarla anılan üçüncü kişi, aynı maddede; “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde, iş alan ve bu iş için görevlendirdiği sigortalıları çalıştıran üçüncü kişi” olarak tanımlanmıştır. Anılan madde hükmüne göre; “sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bunlarla sözleşme yapmış olsalar dahi, asıl işveren, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumludur.” Anılan maddeye göre asıl işverenin sorumluluğu kusursuzluk ilkesine dayanmaktadır.
Davacı Kurum, zararlandırıcı sigorta olayından kaynaklanan sosyal sigorta yardımlarının “asıl işveren” sıfatıyla davalı Y.. Elek.Ür.A.Ş’den, alt işveren sıfatıyla davalı A.. İnş. San. Nak. Tic. Ltd. Şti. ‘den rücuan tahsilini istemiştir.
Asıl işveren taşeron ilişkisinin varlığı için öncelikle işin başka bir işverenden alınmış olması, bir başka ifade ile asıl işverenin işverenlik sıfatına devredilen iş dolayısıyla sahip olması, asıl işyeri ya da işyerinden sayılan yerlerde kendi adına işçi çalıştırıyor olması gerekir.
İşin belirli bir bölümünde değil de tamamının bir bütün halinde ya da bölümlere ayrılarak başkalarına devredildiği, işten bu yolla tamamen el çekildiği, sigortalı çalıştırılmadığı için işveren sıfatının haiz olunmadığı durumda ise, bunları devralan kişiler alt işveren, devredenler de asıl işveren olarak nitelendirilemeyecektir.
Aracı sıfatının kazanılmasında diğer koşullar ise asıl işverenden istenilen işin, asıl iş ya da işyeriyle ilgili işin bir bölümünde veya işyeri eklentilerinde alınmış olması ve bu işte işi alanın kendi işçilerinin çalıştırılması ve bu nedenle de işveren sıfatına sahip olunmasıdır. Asıl işverenle, aracı arasındaki sözleşmenin hukuki niteliğinin önemi yoktur. Önemli olan yön, asıl işverene ait işin aracı tarafından yapımının sağlanmasıdır. İşverenden alınan iş, işverenin sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir işyeri olarak değerlendirilebilecek nitelikte ise, işi alan kimse aracı değil, bağımsız işverendir.
Somut olay, davalılar arasındaki sözleşme öncelikle bu yönüyle irdelenmeli, taraflar arasındaki asıl işveren – alt işveren ilişkisi irdelenerek, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği ile iş kazasının vuku bulduğu iş kolunda uzman bilirkişi heyetinden yeniden rapor alınarak sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
2- 5510 sayılı Kanunun “İş Kazası ve Meslek Hastalığı İle Hastalık Bakımından İşverenin ve Üçüncü Kişilerin Sorumluluğu” başlıklı 21. maddesine göre; İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. Anılan madde ile tazmin sorumlularının Kurum karşısındaki sorumluluğu bir tavanla sınırlandırılmış olup, bu sorumluluk “…sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı…” bulunmaktadır. Maddenin açık hükmü karşısında; ilk peşin sermaye değerli gelirin,
Kurum yararına tazmini mümkün kısmının belirlenebilmesi için gerçek zarar tavan hesabı yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Gerçek zarar hesabı tazminat hukukuna ilişkin genel ilkeler doğrultusunda yapılmalıdır. Sigortalı sürekli iş göremezlik durumuna girmiş ise bedensel zarar hesabı, ölümü halinde destekten yoksun kalma tazminatı (Borçlar Kanununun 45-46, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 54-55. maddeleri) hesabı dikkate alınmalıdır.
Gerçek zarar hesaplanmasında ise; zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş görmezlik ve karşılık kusur oranları, destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı, gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerekir.
Gerçek zarar miktarı; işçinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Sigortalı veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup, Sosyal Güvenlik Kurumunun 2012/32 sayılı Genelgesiyle de ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tablolarının uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda ülkemize özgü ve güncel verileri içeren TRH2010 tablosunun bakiye ömrün belirlenmesinde esas alınması gerekecektir.
İşçinin 60 yaşına kadar aktif dönemde günlük net geliri üzerinden, 60 yaşından sonra bakiye ömrü kadar pasif dönemde asgari ücret üzerinden, her yıl için ayrı ayrı hesaplama yapılacağı Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir. İşçinin günlük net geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanmakta, bilinmeyen dönemdeki kazancı ise; önceki uygulamalarda yıllık olarak %10 arttırılıp %10 iskontoya tabi tutulmakta idi. Tazminatların peşin olarak hesaplanması, buna karşılık gelirin taksit taksit elde edilmesi, bu nedenle peşin belirlenen tazminatın her taksitte ödenen kısmın bakiyesinden faiz geliri elde edileceğinden sermayeye ekleneceği nazara alınarak, tazminata esas gelire artırım ve iskonto uygulanmaktadır. Peşin sermayeden elde edilecek yarar reel faiz kadardır. Buna göre önceki uygulamalardaki gibi %10 artırım ve iskonto oranı yerine, enflasyon dışlanarak, değişen ekonomik koşullar ve reel faiz oranları nazara alınıp, Sosyal Güvenlik Kurumu ilk peşin sermaye değeri hesaplamalarına paralel olarak %5 oranının uygulanması hakkaniyete uygun olacaktır.
Gerçek zarar hesaplanması yönteminde, hak sahibi eşin bakiye ömür süresi daha uzun olsa bile, destek süresi, işçinin bakiye ömrü ile sınırlıdır. Önceki hesap yöntemlerinde, kız çocuklarının bakım ihtiyaçları, evlenme çağlarının kural olarak kentlerde geldiği kabul olunan 22 yaşla, köylerde ise 18 yaşla sınırlı tutulması gereği varsayımsal olarak kabul olunmakta idi. Kız çocuklarının evlenme yaşlarının, aile bağlarına, sosyal ve ekonomik durumuna, ülke şartlarına ve yörenin töresel koşullarına göre değişiklik arzettiği gözetildiğinde, Türkiye İstatistik Kurumunca bölgelere göre düzenlenen evlenme yaşı istatistiklerinden yararlanılarak belirlenmesi, tazminat hesap ilkelerine daha uygun olacaktır. Erkek çocuklar için 18 yaşla, orta öğretim halinde 20 yaşla, yüksek öğretim halinde 25 yaşla sınırlı tutulması gerekir. Ancak çocukların içinde bulundukları koşullara göre, yükseköğrenim görebileceklerinin kabulünün gerektiği hallerde 25 yaşına kadar destekten yararlandırılmalarının gerekeceği kabul olunmalıdır.
TRH2010 tablosuna göre bakiye ömrün belirlemeyen, bilinmeyen dönemdeki kazancının %5 artırım ve iskonto oranı yerine %10 artırım ve iskonto oranını hesaplayan, erkek çocukların içinde bulundukları koşulların özelliğine göre, yükseköğrenim görebileceğinin kabulü ile 25 yaşına kadar destekten yararlandırılması gerektiğini gözetmeyen, çocuklar yönünden kusur oranına göre belirlenen gerçek zarara mükerrer şekilde yeniden davalının kusur oranını uygulanmak suretiyle, davalının tazminle sorumlu olduğu miktarı eksik belirleyen, belirlenen gerçek zararları, kusur uygulanmaksızın ilk peşin sermaye değerli gelirlerle karşılaştıran 09.07.2012 tarihli hesap raporunun hükme dayanak yapılması isabetsizdir.
3-Hukuk Muhakemeleri Kanunun 326/1. maddesine göre yargılama harç ve giderlerinden davada haksız çıkan yani aleyhine hüküm kurulan tarafın sorumlu olacağına dair düzenleme ile, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 15. maddesine göre “Yargı Harçları (1)sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nisbi esas üzerinden, … alınır.” düzenlemesinin hüküm tesisinde gözetilmemiş olması yersizdir.
Mahkemece yukarıda belirtilen fiili ve hukuki durumlar dikkate alınmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı Kurum ve davalılardan A.. İnş. San. Nak. Tic. Ltd. Şti. vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istem halinde davalılardan A.. İnş. San. Nak. Tic. Ltd. Şti.’ne iadesine, 14.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.