Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/24576 E. 2014/10391 K. 09.05.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/24576
KARAR NO : 2014/10391
KARAR TARİHİ : 09.05.2014

Mahkemesi : Ankara 14. İş Mahkemesi
Tarihi : 22.10.2013
No : 2012/321-2013/631

Dava, Türk vatandaşı olduğu dönemi 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında değerlendirilerek 3201 sayılı Kanuna göre borçlanabileceğinin ve Alman r… sigortasına girdiği 24.09.1981 tarihinin Türkiye’de sigorta başlangıcı olduğunun tespiti istemlerine ilişkindir. Davacı, ıslah dilekçesi ile, borçlanma tahakkukunun 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi yerine, 4/1-b maddesine göre yapılması gerektiğinin tespitini istemiştir.
Mahkemece, ıslah dilekçesi gözetilerek, ilamında belirtilen gerekçe ile isteğin kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı Kurum Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- 07.12.2004 tarihinden itibaren izinle Türk vatandaşlığından çıkmış olan davacının, Almanya’da 24.09.1981 – 01.01.2000 tarihleri arasında geçen sürelerini borçlanmaya dair 02.05.2012 tarihli başvurusu; başvuru tarihinde Türk vatandaşlığını haiz olmadığı gerekçesi ile Kurum tarafından reddedilmiş; Mahkemece, Türkiye’de sigortalı tescili bulunmayan davacının 5510 sayılı Kanunun 4/1-b maddesi kapsamında olmak üzere 3201 sayılı Kanuna göre borçlanabileceğinin ve sigorta başlangıcının Alman r.. sigortasına girdiği 24.09.1981 tarihi olduğunun tespitine karar verilmiştir.
Her ne kadar, davacının Türk vatandaşı olduğu dönemlerle sınırlı olarak 3201 sayılı Kanuna göre borçlanabileceğinin hüküm fıkrasında açık olarak yazılmamış olması hatalı ise de; borçlanmak istenilen sürenin Türk vatandaşı olan dönem içinde kalması, hükmün gerekçesinde Türk vatandaşı olunan dönemle sınırlı olarak borçlanma hakkının bulunduğunun belirtilmesi, yine hüküm fıkrasında, 5510 sayılı Kanunun 4/1-b maddesi kapsamında olmak üzere borçlanabileceğinin tespitine karar verilmiş olması gözetildiğinde, davacının buna ilişkin isteğinin de kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.
2- Mahkemenin, henüz yapılmış bir borçlanma işlemi bulunmadan, sigorta başlangıcına ilişkin kabulü eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır.
Uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresini düzenleyen 5510 sayılı Kanunun 38’inci madde hükmü; malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcını; sigortalının, 5417, 6900, 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20’nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edileceğini; kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresinin, 18 yaşının ikmal edildiği tarihte başlamış olacağını, bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinin, prim ödeme gün sayısı hesabına dâhil edileceğini öngörürken, Uluslararası sosyal güvenlik sözleşme hükümlerini saklı tutmuştur.
Kaldı ki, Anayasamızın 90/son maddesi uyarınca, yöntemince yürürlüğe konulmuş Uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde olduğu gibi, normlar hiyerarşisi yönünden uluslararası sözleşme kurallarına uygulamada yasal güç tanınmakta ve bu kuralların uygulanma önceliği bulunmaktadır.
Konuya ilişkin 10.04.1965 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak 01.11.1965 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında imzalanan Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin uzun vadeli sigorta kollarından olan “Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları(aylıkları)” başlıklı beşinci bölüme 02.11.1984 tarihinde imzalanıp 05.12.1985 tarihli 3241 sayılı Yasayla onaylanıp yürürlüğe giren Ek Sözleşme ile getirilen sözleşmenin 29’uncu maddesinin 4’üncü bent hükmüne göre, bir kimsenin Türk sigortasına girişinden önce, bir Alman R… Sigortasına girmiş bulunması halinde, Alman R… Sigortasına giriş tarihi, Türk Sigortasına giriş tarihi olarak kabul edileceği açıkça ifade edilirken; aynı bölümde düzenlenmiş 27’inci madde hükmü ise, her iki akit taraf mevzuatına göre nazara alınabilecek sigortalılık sürelerinin varlığı halinde, uygulanacak mevzuata göre yardım hakkının doğmasında, diğer akit taraf mevzuatına göre geçen ve aynı zamana rastlamayan, hesaba dahil edilebilir nitelikteki sigortalılık sürelerinin de nazara alınacağını; sigortalılık sürelerinin hangi ölçüde hesaba dahil edilebileceğini ise, hesaba dahil edilebilirliğini tayin eden mevzuata göre tespit edileceği ifade edilmiştir.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurt dışında geçirdikleri çalışma sürelerinin sosyal güvenlikleri açısından değerlendirilebilmesi amacıyla 22.05.1985 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş bulunan 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunla, Türk vatandaşlarının yurt dışında 18 yaşını doldurduktan sonra, Türk vatandaşı iken geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu
Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri halinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirileceğini öngörmüştür.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 13.2.2002 tarih 2002/10-21 E., 2002/70 K. sayılı anılan kararında belirtildiği üzere; Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 29’uncu maddesinin 4’üncü bendinde, “Bir kimsenin Türk sigortasına girişinden önce bir Alman R… Sigortasına girmiş bulunması halinde, Alman R… Sigortasına girişi, Türk sigortasına giriş olarak kabul edilir.” Hükmüne yer verilmiş ise de bu hüküm, sözleşmenin 27’inci ve 29’uncu maddeyle bir bütün olarak yorumlanmadıkça tek başına uygulanamaz. Nitekim 29’uncu maddenin 3’üncü bendinde, 27’inci maddeye yollamada bulunularak, “…ancak, sözleşmenin 27’inci maddesine göre bir aylık veya gelir talep etme hakkının mevcut olması halinde, aşağıdaki hükümler uygulanır.” denilmektedir. Kaldı ki, sözleşme hukukunda, sözleşme bir bütün olarak yorumlanıp aleyhe ve lehe olan hükümler birlikte uygulanır. Bu ilke, özel hukuk sözleşmelerinde olduğu gibi sosyal güvenlik sözleşmeleri bakımından da geçerlidir.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, anılan sözleşme hükmünün uygulanabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında imzalanan sosyal güvenlik sözleşmesi kapsamında, Türkiye’de sigorta başlangıcına esas olan Alman R… Sigortasına giriş tarihinin, 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanılması ile mümkündür.
Unutulmamalıdır ki, Alman R…Sigortasına giriş tarihinin Türk sigorta başlangıcı olarak kabulü özünde söz konusu tarih itibariyle bir gün çalışıldığının kabulü anlamını da taşımaktadır. Bu nedenle, Türk sigorta başlangıcı olarak kabul edilen tarihe ilişkin sürenin fiilen borçlanılmış ve Türk sosyal güvenliği bakımından değerlendirilebilir hale getirilmiş olmasını aramak, yerinde olacaktır.
Şu halde yapılması gereken iş; Türk vatandaşı olduğu sürelerle sınırlı olarak, davacı tarafa yöntemine uygun şekilde verilecek mehille, Alman R..sigortasına giriş tarihini içerecek şekilde borçlanması, mevcut delil durumuna göre 5510 sayılı Kanunun 4/1-b maddesi kapsamında öngörülen sigortalılık niteliğinde olmak üzere usulünce sağlanmalı ve borçlanmanın varlığı halinde sigorta başlangıcına hükmedilmelidir.
Şüphesiz 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanılmamış olsa bile, sözleşmede bahsedilen sigorta başlangıcı hükmü kısmi sözleşme aylığında nazara alınabilecektir.
3- Türkiye’de sigortalı olarak tescili bulunmayan davacının, borçlanma tutarının 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesine göre tahakkuku gerektiğinin tespiti isteğinden ıslah dilekçesi ile vazgeçip, tahakkukun anılan Kanunun 4/1-b maddesine göre yapılması gerektiğinin tespitini istemesi, davadan kısmen feragat olup, dava dilekçesinde talep edilip kabul edilmeyen istek yönünden kendisini vekil ile temsil ettiren davalı Kurum lehine vekalet ücretine hükmedilip, yargılama giderinin taraflar arasında oranlanması gerektiğinin gözetilmemiş olması, isabetsiz bulunmuştur.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma gerekir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 09.05.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.