Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/23124 E. 2014/8104 K. 07.04.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/23124
KARAR NO : 2014/8104
KARAR TARİHİ : 07.04.2014

Mahkemesi : Van İş Mahkemesi
Tarihi : 15.08.2013
No : 2011/136-2013/297

Dava, davacının fahri imam olarak, 01.05.1979-05.02.1985 tarihleri arasındaki çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davada çözülmesi gerekli ilk sorun, davanın yasal dayanağının 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi mi, yoksa, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununa 2865 sayılı Kanunla eklenen ek 47/c maddesi mi olduğudur.
1-) 5434 sayılı Kanunun ek 47/c maddesi ile; halen T.C. Emekli Sandığı iştirakçisi olup, daha önce bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmadan köy, kasaba ve mahalle camilerinde, dernek, vakıf veya köy bütçesinden ücret alarak imam-hatiplik yapanlara, bu görevlerini belirtilen belgelerle tevsik etmeleri koşuluyla borçlanma olanağı tanınmıştır. Daha sonra, 3157 sayılı Kanunun 1. maddesi ile anılan hükümde değişiklik yapılarak, belirtilen belgelerin tevsikinin mümkün olmaması halinde, Diyanet İşleri Başkanlığını temsilen ilgili müftülük hasım gösterilmek suretiyle açılan dava sonunda hizmet süresini belirleyen ve yetkili sulh hukuk mahkemesince verilmiş olan bir kararın yeterli sayılacağı öngörülmüş olup, bu yönde yapılacak araştırmada davacının Emekli Sandığı iştirakçisi olduğu saptanır ise, anılan düzenleme gereği eldeki davada yargılama yapma görevinin Sulh Hukuk Mahkemesine ait olması nedeniyle, görevsizlik kararı verilmelidir.
2-)Davacının, Emekli Sandığı iştirakçisi olmadığı anlaşılır ise, davanın 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi uyarınca açılmış bir hizmet tespiti davası olduğu kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, aynı Kanunun 6. maddesinde ifade edildiği üzere, “sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez.” Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkin olduğundan, özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Öte yandan, 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi hükmüne göre; Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde açılması gerekir. Bu yönde, anılan madde hükmünde yer alan hak düşürücü süre; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir. Bir başka anlatımla; sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi, ya da, çalışmaların Kurumca tespit edilmesi halinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez.
3- Kamu tüzel kişiliklerinin başında Devlet bulunur ve Anayasamıza göre ancak Kanunla veya Kanunun açıkca verdiği yetkiye dayanarak kurulurlar. Bakanlıklar ise, Devlet kamu tüzel kişiliğinin bir organı olarak davalarda taraf ehliyetine sahip olurlar. Bunun dışında, bazı genel müdürlüklerin, il özel idarelerinin, köylerin ve belediyelerin ve kamu iktisadi teşebbüsler ile bunlara bağlı müesseselerin tüzel kişilikleri vardır.
Somut olayımızda, davanın konusu dikkate alındığında, mahkemece yapılacak iş, Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Hakimin davayı aydınlatma ödevi” başlıklı 31. maddesi ile 144. maddesi kapsamında, İl Müftülüğünden davacının fahri ya da kadrolu imam olarak görev yapıp yapmadığı belgeleri ile birlikte istenilmeli, davacı celbedilip davaya konu çalışmanın müftülük nezdinde mi, köy tüzel kişiliği işverenliğinde mi geçtiği belirlenmeli, buna göre husumetin Diyanet İşleri Başkanlığına mı, yoksa ilgili Köy tüzel kişiliğine mi yöneltilmesi gerektiği saptanmalıdır. Yapılacak saptama sonrasında ise, Hukuk Muhakemeleri Kanununun, “Tarafta iradi değişiklik” başlıklı 124. maddesinin 4. fıkrasında, “Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hakim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir…” şeklinde açıklandığı üzere, ilgili taraf aleyhine de davayı teşmil etmek, davalı olarak katılımı sağlanıp göstereceği deliller de dikkate alınarak az yukarıda yazılı hak düşürücü süre konusunu da irdelemek suretiyle varılacak sonuca göre hüküm tesis etmektir.
Mahkemenin, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki esaslar doğrultusunda yargılama yaparak elde edilecek sonuca göre karar vermesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve sair hususlar incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 07.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.