Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/22572 E. 2014/18936 K. 29.09.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/22572
KARAR NO : 2014/18936
KARAR TARİHİ : 29.09.2014

Mahkemesi :Balıkesir 1. İş Mahkemesi
Tarihi :26.09.2013
No :2013/12-2013/520

Dava, teminat mektubunun iadesi ve şirket ortağının aracına davlı Kurumca konulan haczin kaldırılması istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen şekilde davanın kabulüne, davacı tarafından davalı Kuruma verilen Denizbank Balıkesir Şubesine ait 22.01.2010 tarihli ve 35.000,00.TL bedelli teminat mektubunun davacıya iadesine ve şirket ortağı C.İ. adına kayıtlı … plakalı araç üzerine konan haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.
Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Öncelikle; dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkinin varlığı medeni usul hukukumuzda “sıfat” olarak tanımlanmaktadır ve bir davada taraf olarak gösterilen kişilerin o dava ile ilgili kimseler olması zorunludur. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olmasına karşın, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Sübjektif bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan, anılan hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da hakkın sahibine aittir ve buna aktif husumet denilmektedir. Bir sübjektif hak kendisinden istenebilecek olan kişi ise o hakka uymakla yükümlü olan kimsedir ve bu da pasif husumet (davalı sıfatı) olarak adlandırılmaktadır. Sübjektif hakkın sahibi olan kimse ile o hakka uymakla yükümlü bulunan kişinin kimler olduğunun saptanması, bir başka anlatımla davada davacı ve davalı sıfatlarının kimlere ait olduğu hususu, dava konusu (sübjektif) hakkın özüne ilişkin maddi hukuk sorunudur. Dava açan veya aleyhine dava açılan kişiler o davada davacı veya davalı olarak taraf sıfatına sahip değillerse, mahkemece dava konusu hakkın esası (var olup olmadığı) hakkında inceleme yapılmadan dava sıfat yokluğundan reddedilir ve bu karar davanın dinlenemeyeceğine ilişkin değil esasına yönelik bir karar niteliğindedir. Davacı veya davalıdan birinin taraf sıfatına sahip olmaması durumunda verilecek olan red kararı o davadaki taraflar arasında maddi anlamda kesin hüküm oluştursa da, dava konusu hak ve taraf sıfatına sahip olan kişiler bakımından kesin hükümden söz edilemeyecektir. Dava konusu hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olan taraf sıfatı (husumet) ve sıfat yokluğu, davada taraf olarak görünen kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itiraz niteliğindedir ve yargılamanın her aşamasında, isteme gerek kalmaksızın mahkemece kendiliğinden gözetilmesi zorunludur.
Davaya konu somut olayda, davacı şirketin, kendi malvarlığı ile ilgili olmayan fakat ortağı olduğunu belirttiği C. İ. adına kayıtlı araca davalı kurum tarafından konulan haczin kaldırılması isteminde bulunması talebi incelenmelidir. Zira taraf sıfatı dava şartı olup, öncelikle incelenmelidir. Bu kapsamda davacı şirketin haczin kaldırılması talebi ile ilgili olarak aktif husumetinin başka bir deyişle taraf sıfatının bulunduğundan bahsedilemeyeceği açıktır.
2-Davaya konu somut olayda, davacı şirketin Balıkesir’deki alışveriş merkezi inşaatı ile ilgili olarak ilişiksizlik belgesi talep ettiğinde, davalı Kurumca, davacı şirketin 14.09.2009 tarihli ve Kurum kayıtlarına intikal eden tadilat protokolu kapsamında çalıştırıldığı belirtilen 22 işçi nedeniyle bu işçilerin işçilik bildirimlerinin ve gerekli belgelerin Kuruma verilmemesi ve ödenmesi gereken primlerin ödenmemesi nedeniyle, bir taraftan idari para cezası tahkkuk ettirdiği, diğer taraftan ise davacı şirkete, belgelerin verilmesi gerektiği aksi halde resen tahakkuk ettirileceği htarı ile 30.03.2010 tarihinde tebligat yaptığı, 13.04.2010 tarihli davacı şirketin itirazı sonrasında ise, 24.08.2010 tarihli işlemi ile de fark prim borcu tahakkuk ettirdiği, ödenmemesi üzerine takibe geçtiği ve 6183 sayılı Yasa kapsamında 2011/15516.2011/15517 ve 2011/15518 sayılı ödeme emirleri gönderdiği anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Yasanın 86’inci maddesi olup, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca, fiilen yapılan denetimler sonucunda veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitlerden ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde veya kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı anlaşılan sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re’sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir. İşveren, bu maddeye göre tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde, ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz, takibi durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması, prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz. Mahkemenin Kurum lehine karar vermesi halinde, 88 inci ve 89 uncu maddelerin prim borcuna ilişkin hükümleri uygulanır.”hükmü öngörülmüştür.
5510 sayılı Yasanın 86’ıncı maddesinde öngörülmüş olan bir aylık süre, hak düşürücü süre niteliğinde olup, Kurum işleminin tebliğinden itibaren bir aylık süre içinde itiraz edilmemesi halinde, Kurumun işleminin ve dolayısıyla borcun kesinleştiğinin kabulü gerekir.
Davaya konu somut olayda da, yukarıda açıklana prosedür kapsamında, davacı şirkete, davalı Kurumca 24/08/2010 tarihli ve 13147732 sayılı prim tahakkuku konulu yazının tebligat tarihi de araştırılmak suretiyle davacı şirketin bu yazıya yukarıda açıklandığı şekilde yasal süresi içerisinde bir itirazının olup olmadığı araştırılmalı, varlığı halinde Kurumca yapılan işlemler ve bu kapsamda davalı Kurumca davacının itirazının reddine dair verilen bir Komisyon kararı veya ilgili ünite tarafından verilen bir red kararının olup olmadığı belirlenmeli, itirazı yok ise Kurum alacağının kesinleştiğinin kabulü gereklidir.
Diğer taraftan, 6183 sayılı Kanunun “Ödeme emri” başlıklı 55. maddesinin ilk fıkrasında; kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğinin bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; “Ödeme emrine itiraz” başlığını taşıyan 58. maddesinin birinci fıkrasında; kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itirazda bulunabileceği belirtilmiştir. Görüldüğü gibi; “menfi tespit” niteliğindeki ödeme emrine itiraz/ödeme emrinin iptali davasının yedi günlük hak düşürücü süre içerisinde açılması zorunludur.
Mahkemece, yukarıda belirlenen maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı geriktirir.
O halde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 29.09.2014 gününde oy birliğiyle karar verildi.