YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/21592
KARAR NO : 2014/6318
KARAR TARİHİ : 19.03.2014
Mahkemesi :Bismil Asliye Hukuk(İş) Mahkemesi
Tarihi :10.07.2013
No :2013/150-2013/648
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kesin hüküm nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
İnceleme konusu davada, davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 1983-1994 yılları arasında kesintisiz çalıştığı halde eksik bildirilen 1983, 1984, 1991, 1993 ve 1994 yıllarındaki hizmetlerinin tespitini talep etmiştir. Mahkemece, Bismil Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 05.05.2010 tarih, 2009/1042 Esas ve 2010/177 Karar sayılı ilamının eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2003/21-30/57 ve 2012/21-176/382 sayılı kararlarında açıkça belirtildiği üzere; dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Başka bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava şartlarının, davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece, davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddedilmesi gerekir.
Dava konusu uyuşmazlığın; daha önce 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237 ve 6100 sayılı Hukuk Mahkemeleri Kanununun 114/1-i maddelerinde tanımlanan şekilde bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması da dava şartıdır. Bu şart olumsuz dava şartı olarak adlandırılır.
Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı; kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; (Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay’da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.
Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 1086 sayılı HUMK’nun 237. maddesinde açıklanmıştır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur. 6100 sayılı HMK’nun 303/1. maddesi de “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir düzenleme içermektedir.
Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.
Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir.
Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.
Kesin hüküm ancak konusunu teşkil eden iddia hakkında geçerli olabilir; bu nitelikteki bir hüküm nedeniyle yeniden söz konusu edilemeyecek olan, hüküm fıkrasında karara bağlanan husustur. Zira hüküm olmayan yerde kesinlik de olamaz. Bu nedenle olumlu veya olumsuz olarak karara bağlanmamış olan bir iddia her zaman yeni bir davaya konu yapılabilir.
Eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturduğu kabul edilen Bismil Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/1042 Esas ve 2010/177 Karar sayılı dava dosyası incelendiğinde; dava, davacının, davalılardan işverene ait işyerinde 1983-1994 yılları arasında kesintisiz çalıştığı halde eksik bildirilen hizmetlerinin tespitine ilişkin iken, davacının mahkemeye vermiş olduğu 02.12.2008 havale tarihli dilekçesi ile talep sonucunu daraltarak ve diğer süreler yönünden davasını atiye bırakarak, 1989 ve 1990 yılları ile sınırlı olmak üzere davalı işyerinden eksik bildirilen hizmetlerinin tespitini talep ettiği, mahkemece, 05.05.2010 tarih, 2009/1042 Esas ve 2010/177 Karar sayılı ilam ile davacının 1989 yılında 120 gün ve 1990 yılında ise 360 gün olmak üzere toplam 480 günlük çalışmasının kuruma bildirilmediğinin tespitine karar verildiği, kararın Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 06.07.2010 gün ve 2010/9149 Esas 2010/10218 Karar sayılı ilamı ile harç yönünden düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Dava konusu somut olayda; eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturduğu kabul edilen Bismil Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 05.05.2010 tarih, 2009/1042 Esas ve 2010/177 Karar sayılı ilamında işbu davanın konusunu oluşturan 1983, 1984, 1991, 1993 ve 1994 yıllarındaki hizmetlerin tespitine ilişkin sübuta yönelik olumlu veya olumsuz bir karar verilmediğinin anlaşılması karşısında, anılan dönemlerdeki çalışma iddiasının yeni bir davaya konu edilmesine bir engel bulunmadığı tartışmasız olduğundan, işin esasına girilerek, deliller hep birlikte değerlendirilip takdir edilerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 19.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.