YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/20906
KARAR NO : 2014/3442
KARAR TARİHİ : 24.02.2014
Mahkemesi : Kahramanmaraş İş Mahkemesi
Tarihi : 04.07.2013
No : 2012/182-2013/637
Davacı : H.. D.. adına Av. İ.. G..
Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adına Av. A.. A..
Davacı, 01.12.1977 – 31.12.1995 ve 19.06.2002 – 31.12.2010 tarihleri arasındaki vergi kaydına istinaden 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olduğunun ile bu dönemlerin borçlarını 6111 sayılı Kanun hükümleri kapsamında ödedikten sonra yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde prim ödemesi yaptığı 17.04.1981 tarihi ile 31.12.1995 tarihleri arasında ve 19.06.2002 tarihinden itibaren vergi kaydına istinaden sigortalı kabul edilen ve 6111 sayılı Kanun kapsamında prim borçlarını 28.06.2013 ve 01.07.2013 tarihinde ödeyen davacıya 01.08.2013 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti kararı verilmiştir.
Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
30.05.2011 tarihli başvurusu üzerine 01.10.2008 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanunun 4-b maddesi kapsamında sigortalı olarak kabul edilen ve bu dönem borçları 6111 sayılı Kanun kapsamında yapılandırılan davacının adına 0161919901 no ile 17.04.1981 tarihinde prim ödendiği anlaşılmaktadır.
1-)01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanunun 24 ve 25’inci maddelerinde “…kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler…”, “meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren” zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılmışken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir. 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede, kendi adına ve hesabına çalışma koşuluna ek olarak “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar” için mükellefiyetin başlangıç tarihinden, “kendi adına ve hesabına bağımsız çalışmakla beraber gelir vergisinden muaf olanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar” kayıtlı oldukları tarihten itibaren sigortalı sayılmaktadır.
22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte ise, bu kez, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; “gerçek ve götürü usûlde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlardan” gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar da Esnaf ve Sanatkarlar Siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılmışlardır.
02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemede de; kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; “gelir vergisi mükellefi olanlar ile, gelir vergisinden muaf olanlardan Esnaf ve Sanatkar Sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun olarak kayıt olanlar” sigortalı sayılmışlardır.
Öngörülen istisnalar dışında 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendine göre ise, hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan ticarî kazanç veya serbest meslek kazancı nedeniyle gerçek veya basit usûlde gelir vergisi mükellefi olanlar ile gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı olanlar sigortalı sayılmışlardır.
1479 sayılı Kanunun 26’ncı maddesi ile de, sigortalı olma hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağı, ayrıca, bu kanuna göre sigortalı sayılanların, sigortalı sayıldıkları tarihten itibaren üç ay içinde kuruma başvurarak kayıt ve tescil yaptırmalarının zorunlu olduğu, aksi durumda Kurum tarafından re’sen tescil işleminin yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Yukarıda belirtilen bu zaman zaman değişiklik yapılan düzenlemelerle Bağ-Kur sigortalılık hak ve mükellefiyetlerinin belirli tarihlerden başlatılması zorunlu kılınmış, bu kapsamda hükümler içeren 1479 sayılı Kanunun ek geçici 13’üncü maddesi, bilahare Anayasa Mahkemesince tüm maddeleriyle iptal edilen 619 sayılı KHK., 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile eklenen 1479 sayılı Kanunun geçici 18’inci maddesi, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un geçici 8’inci maddesi ile tescilin belirtilen tarihlerden sonra yapılması durumunda sigortalılığın anılan maddelerde belirlenen tarihlerin öncesine gitmesinin mümkün olmadığının belirlenmesine karşın, maddelerde tanınan süreler içinde, belirlenen tarih öncesine ait vergi kaydı bulunanların borçlanma hakkının kullanılabilmesi öngörülmüştür. Bu kapsamda anılan düzenlemelerde belirtilen şartları yerine getiren kişiler, belirtilen sürelere ilişkin prim tutarlarını ödeyerek o döneme ilişkin süreleri sigortalı saydırabileceklerdir. Bu düzenlemeler ile borçlanma hakkı, öngörülen tarihlerden sonra zorunlu sigortalı olarak tescil edilmiş olanlardan, daha önce vergi kaydı bulunanlara, öngörülen tarihlerden itibaren borçlanma hakkını kullanmaları ve öngörülen şekilde prim borçlarının ödenmesi kaydıyla tanınmıştır. Söz konusu borçlanma hakkını kullanmayanların ise sonradan geriye yönelik hizmet tespiti suretiyle sigortalılık kazanmasına yasal olanak tanınmamıştır.
Bu çerçevede ayrıntılı bahsetmek gerekirse, 5510 sayılı Kanunun Geçici 8’inci maddesinde; “Bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı alt bendi hariç diğer alt bentlerine göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu Kanunun yürürlük tarihine kadar kayıt ve tescillerini yaptırmayanların sigortalılık hak ve yükümlülüğü bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren … ” başlayacağı, “… bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (1) ve (3) numaralı alt bentlerine göre sigortalı sayılanlardan bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren sigortalılıkları başlatılanların, bu Kanunun yürürlük tarihi ile 04.10.2000 tarihi arasında geçen vergi mükellefiyet süreleri bulunmak kaydıyla, sigortalının bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren 6 ay içinde talepte bulunması halinde, vergi mükellefiyet sürelerinin tamamı için 80 inci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendine göre talep tarihindeki prime esas kazancının % 32’si üzerinden borçlanma tutarı hesaplanır ve sigortalıya tebliğ edilir. Sigortalının kendisine tebliğ edilen borçlanma tutarının tamamını tebliğ tarihinden itibaren 6 ay içinde ödemesi halinde, bu süreler sigortalılık süresi olarak …” değerlendirileceği hüküm altına alınmıştır.
Eldeki davaya ilişkin olarak açıklanması gereken diğer bir konuda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.10.1997 gün ve 1997/10-578 Esas, 1997/758 Karar; 24.09.2003 gün ve 2003/10-489 Esas, 2003/490 Karar; 14.07.2010 gün ve 2010/21-369 Esas, 2010/391 Karar sayılı ilamlarında benimsendiği üzere; davalı Kurum’un geçmişe yönelik (uyuşmazlık konusu dönemi de kapsar şekilde) prim tahsil ederek kullanıp sigortalılığa ilişkin güven vermesinden uzun süre sonra sigortalılığı iptal etmesi Medeni Kanun’un 2. maddesinde ifadesini bulan objektif iyiniyet kurallarıyla bağdaşmayacaktır.
Diğer taraftan; 1479 sayılı Kanunun 79. maddesi, zorunlu sigortalı sayılmayanların isteğe bağlı sigortalı olabileceklerini öngörmüş bulunmakla, buna ilişkin tescil istemi olmamasına karşın yada zorunlu sigortalı olunan dönemler için gerekenden fazla prim ödemesi yapılması durumunda, ödeme tarihlerinden itibaren yapılan ödemelerin karşıladığı sürenin isteğe bağlı sigortalılık olarak değerlendirilmesi sosyal güvenlik ilkelerine uygun düşmektedir. Bu gibi durumlarda, her bir ödenen primin ödeme tarihinden itibaren karşılığı olan süre davalı Kuruma sorulmak suretiyle saptanmalı ve isteğe bağlı sigortalılığa karar verilmelidir. Bu yönde, 01.10.2008 tarihi sonrasına ilişkin olarak anılanın benzeri şekilde İsteğe bağlı sigortalılık nitelendirmesi ve isteğe bağlı sigortalı olma şartları 5510 sayılı Kanunun 50. maddesindeki ayrıntılı düzenlemede karşımıza çıkmaktadır.
Anılan yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar çerçevesinde dosyadaki bilgi ve belgelere göre somut olayda; davacının, 1479 Kanun kapsamında yöntemine uygun bir sigortalılık tescili veya vergide kayıtlı olduğu sürelere ilişkin borçlanma talebi bulunmadığı ve 17.04.1981 tarihinde ödenen primin geçmişe dönük olarak yapılan bir tahsilat olmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, Medeni Kanunun 2. maddesi çerçevesinde davacının dava konusu döneme ilişkin geçmişe dönük sigortalı kabul edilmesinin söz konusu olmadığıda dikkate alındığında, vergi kaydına istinaden 01.10.2008 tarihinden itibaren davacının sigortalılığının başlatılmasına ilişkin davalı Kurum işlemi isabetli olup, ancak 17.04.1981 tarihinde ödediği primin ödeme tarihinden itibaren karşıladığı süre kadar davacının isteğe bağlı sigortalı olduğunun kabul edilmesi gerektiği gözetilerek, davalı Kuruma sorulmak suretiyle isteğe bağlı sigortalılık süresi belirlenmeli ve buna göre yaşlılık aylığı bağlama koşullarının oluşup oluşmadığı irdelenerek karar verilmelidir.
2-)Kabule göre, bazı hükümleri dışında 25.02.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanunun Sigortalılık süreleri durdurulanların ihya prim borçları başlığını taşıyan 16. maddesi, “Kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar ile tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan mülga 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa göre tescilleri yapıldığı halde prim borçları nedeniyle ilgili kanunları uyarınca sigortalılık süreleri durdurulmuş ve bu sigortalılık süreleri bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla ihya edilmemiş olanların kendileri veya hak sahipleri, bu sigortalılık sürelerinin ihyası amacıyla 5510 sayılı Kanunun geçici 17 nci maddesinin ikinci fıkrasına istinaden bu Kanunun yayımlandığı tarihi izleyen ikinci ayın sonuna kadar yapacakları yazılı müracaatlarında, durdurulan bu sigortalılık süreleri için ödeyecekleri prim tutarının, sigortalılık süreleri durdurulmamış gibi değerlendirilerek bu Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasına göre hesaplanmasını talep edebilirler. Bu şekilde hesaplanan prim borç tutarının tamamı bu Kanunun yayımlandığı tarihi izleyen beşinci ayın sonuna kadar ödendiği takdirde, bu süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilir. Bu maddede belirtilen süre içinde hesaplanan borç tutarının tamamının ödenmemesi halinde ihya işlemi geçerli sayılmaz ve bu madde kapsamında ödenmiş olan tutarlar ilgilinin bu madde kapsamı haricinde başkaca prim borcunun bulunmaması kaydıyla faizsiz olarak iade edilir.” düzenlemesini içermekte olup, belirtilen borç tutarının son ödeme tarihi 31.07.2011 tarihi olarak tayin edilmiştir.
Bilindiği üzere idari/adli işlemlerde uyulması gereken sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını, işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi görevini hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle HUMK’un 159, 163. ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK.’nın 90, 94. maddelerinde belirtildiği üzere kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltılıp çoğaltılamaz. Buna karşın, hakimin belirlediği süreler ise kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından yöntemine uygun tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin kesin süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılmasının, o hakka veya delile dayanamama durumuna neden olduğu belirgindir.
Açıklanan yasal çerçeveye göre, dava konusu borcun en son ödenmesi gereken 31.07.2011 tarihi kesin olup, hakim tarafından uzatılmasının mümkün olmadığı ve 28.06.2013 ve 01.07.2013 tarihlerinde ödeme yapmasının 6111 sayılı Kanun kapsamında davacıya hak kazandırmayacağı ve son ödeme tarihi ile fiili ödeme tarihi arasında gecikme zammı işletilmesi gerektiği gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, isabetsizdir.
Mahkemenin, bu maddi ve hukuki olguları gözetmeksizin eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usûl ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 24.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.