Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/20874 E. 2014/3446 K. 24.02.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/20874
KARAR NO : 2014/3446
KARAR TARİHİ : 24.02.2014

Mahkemesi :İstanbul 4. İş Mahkemesi
Tarihi :29.05.2013
No :2012/352-2013/364
Davacı :E.. C.. adına Av. U.. O..
Davalı :S.. B.. adına Av. A.. B..

Davacı, 506 sayılı Kanun kapsamında kalan sigortalılığı üzerinden yaşlılık aylığı bağlanmasını istemiştir.
Mahkeme, ilâmında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
09.01.1984 – 31.10.2006 tarihleri arasında 5886 gün prim üzerinden 506 sayılı Kanun kapsamında 01.05.2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti kararı verilen davacının, 13.03.2001 – 01.10.2003 tarihleri arasında 920 gün 506 sayılı Kanun kapsamında ödenen primi olduğu gibi, vergi kaydı olan mali müşavir sıfatıyla da 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekirse, Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkındaki 2829 sayılı Kanunun amacı, hiçbir Kurumdaki hizmeti tek başına aylık bağlanmasına yeterli olmayan sigortalı ya da hak sahiplerine, değişik Kurumlardaki hizmet süreleri birleştirilmek suretiyle aylık bağlanmasını sağlamak, bu suretle değişik Kurumlardaki hizmetlerin ziyan olmasını önlemek olup, bazı Sosyal Güvenlik Kurumlarında geçen hizmet süreleri toplamının tek başına aylık bağlanmasına yeterli olması halinde, diğer Kurumlarda geçen hizmetlerin birleştirilmesinde, sigortalının ya da hak sahibinin iradesinin de bu yönde olması koşuluyla zorunluluk bulunmamaktadır.
1479 sayılı Kanunun 24. maddesinin I. bendine göre, Kanunla ve Kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan Sosyal Sigortalar Güvenlik Kuruluşları kapsamı dışında kalan ve herhangi bir işverene hizmet akdi ile bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan gerçek veya götürü usulde vergi mükellefi olanlar Bağ-Kur sigortalısı sayılır. 24. maddenin II. bendi hükmünde ise; kanunla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulu Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına prim veya kesenek ödeyenlerin Bağ-Kur sigortalısı sayılamayacakları hususu öngörülmüştür.
506 sayılı Kanunun 2. maddesine göre ise, hizmet akdine dayalı olarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalısı olarak kabul edilmiştir. Bu yönde, sosyal güvenlik sistemimize göre; bir kimsenin, aynı anda iki sosyal güvenlik Kanunu kapsamında bulunması olanaksızdır. Çifte sigortalılık olarak adlandırılan bu durum, yasalarca kabul edilmemiştir.
Eldeki davada, 13.03.2001 – 01.10.2003 tarihleri arasında vergi kaydına dayalı olarak mali müşavirlik işi yaptığı anlaşılan davacının, mali müşavirlik işine kıyasla 506 sayılı Kanunun 2. maddesi kapsamında geçerli bir sigortalığınının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulmadığı anlaşılmaktadır.
506 sayılı Kunun anlamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır. Bunlar:
a-) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet akdine dayanması,
b-) İşin işverene ait yerde yapılması,
c-) Kanunda açıkça belirtilen sigortalı sayılmayacak kişilerden olunmaması şeklinde sıralanabilir.
Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
Bu koşullardan hizmet akdine değinmek gerekirse; yukarıda anılan dönem itibariyle yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 313/1. maddesinde, hizmet sözleşmesi; “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurlarına yer verilmişken, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir. Hizmet akdi, her şeyden önce bir iş görme edimini zorunlu kılar. Bu sözleşmeyle sigortalıya yüklenen borç, işveren yararına bir iş görmek, hizmet sunmaktır.
Bağımlılık ve bu kapsamda ele alınması gereken zaman unsuru, hizmet akdinin ayırt edici özelliğidir.
Bağımlılık, iş ve sosyal güvenlik hukuku uygulamasında temel bir ilke olup, bu unsur, hizmetini işverenin gözetimi ve yönetimi altında yapmayı ifade eder. Ne var ki, iş hukukunun dinamik yapısı, ortaya çıkan atipik iş ilişkileri, yeni istihdam modelleri, bu unsurun ele alınmasında her somut olayın niteliğinin göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılmaktadır. Bazı durumlarda, taraflar arasında sıkı bir bağımlılık ilişkisi bulunmasa da, işverenin iş organizasyonu içinde yer alınmaktaysa bu unsurun varlığının kabulü gerekecektir. Önemli yön, işverenin her an denetim ve buyurma yetkisini kullanabilecek olması, çalışanın, edimi ile ilgili buyruklara uyma dışında çalışma olanağı bulamayacağı nitelikte teknik ve hukuki bir bağımlılığın bulunmasıdır. Genel anlamda bağımlı çalışma, işverenin belirleyeceği yerde ve zamanda, işverence sağlanacak teknik destek ve işverenin denetim ve gözetiminde yapılan çalışmadır. İşverenin yönetim (talimat verme) hakkı karşısında işçinin talimatlara uyma (itaat) borcu yer alır. Bir işin görülmesi süreci içinde işçinin faaliyeti, çalışma şekli, yeri, zamanı ve işyerindeki davranışları düzenleyen talimatlar veren işveren onu kişisel bağımlılığı altında tutar. Bu sözleşmede varolan otorite/bağımlılık ilişkisi taraflar arasında kaçınılmaz olarak bir hukuki hiyerarşi yaratır. Bu nedenle hizmet akdinde bağımlılık hem işçinin kişiliğini ilgilendirmekte hem de bir hukuki bağımlılık niteliği taşımaktadır.
Hizmet akdi, çoğu kez Borçlar Kanununun 355. maddesinde tanımlanan istisna akdi (eser sözleşmesi) ile karıştırılabilmekte, ikisinin ayırt edilebilmesi bazı durumlarda güçleşmektedir. Çalışan, iş gücünü belirli veya belirsiz bir zaman için çalıştıranın buyruğunda bulundurmakla yükümlü olmayarak, işveren buyruğuna bağlı olmadan sözleşmedeki amaçları gerçekleştirecek biçimde edimini görüyorsa, sözleşmenin amacı bir eser meydana getirmekse, çalışma ilişkisi istisna akdine dayanıyor demektir. Hizmet akdinde ise çalışan, emeğini iş sahibinin emrine hazır bulundurmaktadır ve ücret, faaliyetin meydana gelmesinin sonucu için değil, bizzat yapılan faaliyetin karşılığı olarak ödenmektedir. Öte yandan; 313. madde hükmünün açıklığı gereği, çalışanın kendi aletleri ile çalışması veya götürü hizmet sözleşmelerinde ücretin, yapılacak işe göre toptan kararlaştırılması olanaklı bulunduğundan, tarafların belli bir fiyat üzerinden anlaşmaları istisna akdinin varlığını göstermediği gibi, götürü sözleşmelerde, bir süre için hizmet etme borcunun mu, yoksa önceden belirlenmiş bir sonucun meydana getirilmesi borcunun mu yüklenildiğinin şüpheli bulunduğu durumlarda, araştırma yapılarak tarafların amacı, durumu ve yaşam deneyimleri gözetilip hukuki ilişki saptanmalıdır.
506 sayılı Kanuna göre sigortalılık niteliği için ücret zorunlu unsur değildir. Bu husus, 506 sayılı Kanunun 3-I-B, 6 ve 78/2. maddelerinin hükümlerinden açıkça görülmektedir.
506 sayılı Kanunun 6. maddesine göre, çalıştırılanlar, işe alınmalarıyla sigortalı olurlar maddenin “çalıştırılanlar” sözüne yer verip, aksine, hizmet akdi ile çalıştırılanlar ifadesine yer vermemesi karşısında, zaman ve bağımlılık koşulu gerçekleşmiş ise ücret koşulu gerçekleşmese de, kişi, sigortalı sayılmalıdır.
506 sayılı Kanunun 5. maddesinde, “bu kanunun uygulanmasında 2. maddede belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yerlerin işyeri olduğu tarifine, 3. maddesinde ise sigortalı sayılmayanlar sırayla belirtilmiş olup, açıklanan yasal çerçevede; 13.03.2001 – 01.10.2003 tarihleri arasında vergi kaydına dayalı olarak mali müşavirlik işi yaptığı anlaşılan davacının, mali müşavirlik işine kıyasla 506 sayılı Kanunun 2. maddesi kapsamında geçerli bir sigortalığınının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması açısından, anılan dönemdeki davacı işvereninin kim olduğu, işin yapıldığı işyerinin neresi olduğu, işin niteliği, kapsamı, kapasitesi, hizmet akdi olup olmadığı araştırılıp belirlendikten sonra ulaşılacak sonuca göre yaşlılık aylığı bağlama şartlarının mevcut olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 24.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.