Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/17455 E. 2014/483 K. 17.01.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/17455
KARAR NO : 2014/483
KARAR TARİHİ : 17.01.2014

Mahkemesi : Marmaris 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Tarihi : 07.05.2013
No : 2012/226-2013/289

Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı, davalılardan işveren şirket nezdinde Temmuz 1997 – Nisan 2000 arasında kesintisiz çalıştığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Davanın reddine ilişkin Mahkemenin 16.09.2010 tarih 85 / 387 sayılı kararı, Dairemizin 29.03.2012 tarih 257 / 6116 sayılı ilamı ile bozulmuş; Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davacının çalıştığını iddia ettiği dönemler itibariyle hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
1- Davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Kanunun geçici 7/1’nci maddesi uyarınca uygulama alanı bulan mülga 506 sayılı Kanunun 79’uncu maddesidir. Anılan maddenin 10’ncu fıkrası(eski 8) hükmüne göre; Kuruma bildirilmeyen veya Kurumca tespit edilemeyen çalışmaların, sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesi amacıyla açılacak davaların, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içinde açılması gerekir. 506 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte beş yıl olan hak düşürücü süre 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanunla on yıla çıkarılmış, ancak 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanunla tekrar beş yıla indirilmiştir.
Söz konusu hak düşürücü süre; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir. Bir başka anlatımla; sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi ya da çalışmaların Kurumca tespit edilmesi halinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez. Ayrıca, kesintisiz çalışmanın (blok çalışma) varlığı halinde, çalışmanın aynı işverenin değişik işyerlerinde kesintisiz gerçekleşmesi durumunda son işyerinden ayrıldığı yılın sonu esas alınır.
Somut olayda; davacının 01.05.1998 – 31.10.1998 ve 01.07.1999 – 01.10.1999 tarihleri arasındaki çalışmalarının davalı işverene ait işyerinden bildirildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda; 01.05.1998 tarihinden önceki dönem yönünden hak düşürücü sürenin geçtiği belirgindir. Ancak, bu tarih itibariyle davalılardan Kuruma davalı işveren tarafından davacının hizmetleri bildirilmeye başlandığından ve davacının çalışmasının işverene ait işyerlerinden ve kesintisiz biçimde gerçekleştiğinin anlaşılması nedeniyle 01.05.1998 tarihinden sonraki dönem yönünden hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahsedilemeyeceğinden, işin esasına girilerek, deliller hep birlikte değerlendirilip takdir edilerek varılacak sonuca göre karar vermesi gerekirken, davaya konu dönemden çok sonra -2003 yılında- davacının dava dışı işveren ait bir işyerinden çalıştığından bahisle eksik araştırma, inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile hak düşürücü süre gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi;
2- Her ne kadar bir ara kararı olsa da; Mahkemece, Yargıtay’ın bozma ilamına uyulması durumunda, bozma kararı lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak doğar ve Mahkeme bu kararından dönemeyeceği gibi bozma ilamı doğrultusunda işlem yapmak zorundadır. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda “usulî kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamakta ise de, bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Nitekim; Hukuk Genel Kurulu’nun 18.10.1989 gün 541-534, 21.02.1990 gün 10-117; 07.10.1990 gün 439-562; 19.02.1992 gün 635-82; 23.02.1994 gün 936-94; 03.03.2010 gün ve 2010/12-81-118; 27.09.2006 gün ve 2006/19-635 Esas 2006/573 Karar; 15.10.2008 gün ve 2008/19-624 Esas 2008/632 Karar ile 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 Esas 2010/87 Karar sayılı kararları da bu doğrultudadır.
Eldeki davada kesin ifadelerle “işin esasına girilmesi” yönünden ilk karar bozulduğu ve Mahkemece de anılan bozma ilamına uyulmasına karar verildiği halde davacı lehine oluşan usuli kazanılmış hak gözetilmeksizin davanın yeniden hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle reddine karar verilmesi; usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 17.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.