YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/17064
KARAR NO : 2014/5734
KARAR TARİHİ : 13.03.2014
Mahkemesi : İstanbul 3. İş Mahkemesi
Tarihi : 27.03.2013
No : 2012/46-2013/271
Dava, gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerin 5510 sayılı Yasanın geçici 36’ıncı maddesi uyarınca borçlanabileceğinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.
Hükmü, davacı Avukatı tarafından temyiz etmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1.Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nin 1991/2 Esas ve 1993/1 no’lu kakarı ile, davacı B. U.’un, Yasa dışı MLSP/B isimli silahlı çete üyeliği nedeniyle TCK’nun 168/2.maddesi uyarınca neticeten 4 yıl 2 ay ağır hapis cezasıyla mahkumiyetine, maktul M.A.’nu öldürmek-A. A.’nu ise yaralama eylemlerinden dolayı ise, Beraatına karar verilmiştir. Mahkemenin 19.02.2013 günlü yazısına göre de, Yargıtay 11.Ceza Dairesinin 27.09.2000 gün 2000/1801 Esas ve 2000/3858 Karar sayılı ilamıyla, verilen mahkumiyet hükmü zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılarak aynı tarihte kesinleştiği bildirilmekle birlikte, Yargıtay 11.Ceza Dairesinin anılan ilamının, dava dosyasına ibraz edilmediği anlaşılmaktadır.
Yine aynı mahkeme ilamına göre de, 10.04.1981 tarihi itibarıyla gözetim altına alınan davacının, 15.09.1981 tarihinde 1.kez, 10.05.1982 tarihinde 2.kez tutuklandığı ve 07.06.1990 tarihinde tahliye edildiği anlaşılmaktadır.
09.06.2011 günlü dilekçeyle, anılan beraat kararına istinaden 5510 sayılı Yasanın geçici 36’maddesi uyarınca tutuklulukta ve gözaltında geçirilen süreleri borçlanmak isteyen davacının bu istemi, anılan ceza ilamıyla mahkumiyetine karar verilmiş olması nedeniyle red edilmiştir.
Davacı, yukarıda belirtilen mahkeme kararıyla bazı suçlardan beraat etmiş olması da gözetilerek, hükümlülük dışında kalan suçlardan dolayı, haksız şekilde gözaltında veya tutuklulukta geçen belirlenecek süreleri 5510 sayılı Yasanın geçici 36’ıncı maddesi uyarınca borçlanabileceğinin tespitini istemiştir.
Mahkemece, tutuklulukta geçirilen 10.04.1981-07.06.1990 tarihleri arası 9 yıldan fazla bir sürenin varlığı sabit ise de, yargılama sonucu verilen kararın mahkumiyet hükmü olduğundan bahisle 5510 sayılı Yasanın geçici 36’ıncı madde şartlarının bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemenin hükmü eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır.
Bilindiği üzere, 13.02.2011 gün ve 6111 sayılı Yasanın 52’inci maddesiyle 5510 sayılı Yasaya eklenen geçici 36’ıncı madde hükmü uyarınca, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uyarınca kurulan sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren suçlar nedeniyle yakalanan veya tutuklananlardan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu 12.09.1980 tarihinden itibaren “hakkında kovuşturmaya yer olmadığına” veya “beraatına” karar verilen kişilerin, gözaltında veya tutuklulukta geçen süreleri, kendileri veya hak sahiplerince belgeleyerek Kuruma başvurmaları halinde anılan madde kapsamında borçlanma imkanı sağlanmıştır.
Anılan hüküm uyarınca, gözaltında veya tutuklulukta geçirilen sürelerin borçlanılabilmesi için “hakkında kovuşturmaya yer olmadığına (diğer ifadeyle hakkında takipsizlik kararı verilenler” veya “beraat” kararı verilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, ceza yargılamasındaki amaç, maddi gerçeğe ulaşmaktır. Fakat, ceza yargılamasında maddi gerçek ne pahasına olursa olsun araştırılmamakta, bu faaliyetin yargılama kurallarına uygun olarak insan hakları ihlal edilmeksizin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda ceza yargılamasında maddi gerçeğin araştırılması, sanık hakları olarak da nitelendirilen bir takım ilkelerle sınırlandırılmış olup, sanığa verilen kanunların tanıdığı hak ve yetkilerin gereği gibi kullanılabildiği bir süreç sonunda ulaşılan gerçeğe değer verilmektedir.
Sanık haklarından birisi olan suçsuzluk karinesi, bir suçtan dolayı kovuşturulan kişinin, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olmadıkça suçlu olarak kabul edilmemesini ifade eder. Bazen suçsuzluk karinesi, bazen de masumluk karinesi olarak isimlendirilen bu kavram; 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 11/1. maddesinde, “Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.” ve 1950 tarihli İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 6/2. maddesinde, “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.” düzenlemelerinde yer edinmiştir. Türkiye, 1948 tarihli Bildirge ve 1950 tarihli Sözleşme’ye taraftır. Suçsuzluk karinesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiş ise de, 1982 Anayasası’nın 38/4. maddesinde, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde, yasama, yargı ve yürütmeyi bağlayan ilke olarak mevzuatımızdaki yerini almıştır Karine, hukuk dilinde bilinenden bilinmeyeni çıkarmaya yarayan hukuki istidlallere (Bir konuda kanıtlara dayanarak sonuç çıkarma) verilen isimdir. Başka bir deyişle karine, bir hüküm vermek için “tecrübe kuralı ile karşılaştırma” denilen faaliyetin daha önceden benzer olaylar dolayısıyla yapılması ve gelecekteki bütün olaylarda uygulanacak mücerret sonucun önceden çıkarılmasıdır. Karine, vicdani kanaate ulaşmada veya ispat işleminde başvurulan bir durumdur. Suçsuzluk karinesinde ise, böyle gerçeğe uygun ya da sabit olduğu kabul edilen bir olaydan başka bir olayın varlığı sonucuna ulaşılması söz konusu değildir. Suçsuzluk karinesi, kişinin suçsuz olduğu varsayımı ile hareket edilmesini gerektiren temel bir haktır. Suçsuzluk karinesi, geleneksel bir hukuk ilkesi olmasının dışında, hukuk devleti anlayışının doğal bir sonucu olarak da kabul edilmektedir. Karinenin, insan haklarına saygı prensibi çerçevesinde içeriği belirlenmeli ve sınırı çizilmelidir. Suçsuzluk karinesi, manevi sorumluluk esasına dayanan maddi ceza hukukunun sonucu olarak değerlendirilmelidir. İnsana saygı düşüncesinden kaynaklanan suçsuzluk karinesinin hukuki niteliği, suçlu sayılmamanın diğer anlamı olarak masum sayılma kabul edilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) göre de, suçsuzluk karinesinin etkisi ceza davasının yalnızca sonucuyla sınırlı değildir. Suçlama anından itibaren yargılama faaliyetinin tüm aşamalarında ve tüm resmi makamlar önünde geçerlidir. Suçsuzluk karinesi, davanın esasına girilmediği durumlarda ve asıl dava ile bağlantılı diğer davalarda da geçerlidir. Mineli/İsviçre davasında, yerel mahkeme davayı işin esasına girmeden zamanaşımı nedeniyle düşürmüş, fakat mahkeme giderlerinin davalı tarafından (AİHM önünde davacı) ödenmesine hükmetmiştir. Yerel mahkeme kararını davalının “görünüşe göre” ve “büyük ihtimalle” mahkum olacağı öngörüsüne dayandırmıştır. AİHM ise, bu öngörünün muhtemel bir kusurluluk kabulü olduğunu, İHAS 6/2. maddenin ceza davasının tamamında uygulanması gerektiğini vurgulayarak taraf devleti mahkum etmiştir. Aynı şekilde, I ve C/İsviçre olayında da, İsviçre yerel mahkemesi davayı zamanaşımı nedeniyle düşürmüş ve fakat davalının “suçlu” ve “ısrarcı bir şekilde kanunu ihlal eden” bir kişi olduğundan bahisle dava masraflarını ona yüklemiştir. AİHM olayda suçsuzluk karinesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. AİHM’e göre, masumiyet karinesi sadece bir yargıç veya mahkeme tarafından değil, başka kamu makamları tarafından da çiğnenebilir. “AİHM’nin bu doğrultuda olan bir diğer kararında ifade edildiği gibi,” 29 Aralık 1976 tarihli basın toplantısı yapıldığında, Bay Allenet de Ribemont polis tarafından henüz gözaltına alınmıştı, her ne kadar o anda uluslararası bir cinayete yardım ve yataklıkla itham edilmemiş olsa bile, polis tarafından gözaltına alınması ve gözaltında tutulması, Paris sorgu yargıcının birkaç gün önce başlatmış olduğu soruşturma kapsamındaydı ve bu durum kendisini 6/2. madde çerçevesinde “bir suç ile itham edilen” bir kişi haline getiriyordu. AİHM (basın toplantısı sırasında) Fransız polisinin en üst rütbeli bazı görevlilerinin Bay Allenet de Ribemont’dan, hiçbir kayıt ya da kısıtlama getirmeksizin, bir cinayetin azmettiricilerinden biri, dolayısıyla da o cinayetin suç ortağı olarak söz ettiklerini hatırlatır. Bu bariz biçimde başvurucunun suçlu olduğuna dair bir beyandır. Bu beyan, öncelikle, kamuoyunun bu kişinin suçlu olduğuna inanmasına katkıda bulunmuştur; ayrıca, yetkili yargı mercinin gerçekleri değerlendirmesi konusunda bir önyargı yaratmıştır. Dolayısıyla, 6/2. madde hükümleri ihlal edilmiştir” (Gilles Dutertre AİHM Kararlarından Örnekler s. 178 vd).
Evrensel bir değer haline gelmiş olan suçsuzluk karinesi, ceza yargılaması işlemlerinin, hukuka aykırı sayılabilecek hilelere başvurmadan, kandırma, yanıltma ve zorlama gibi irade serbestisini engelleyen yollara sapılmaksızın kanun tarafından önceden öngörülmüş esaslar çerçevesinde ve yeterli savunma imkanları sağlanarak yapılması şeklinde tanımlanabilecek adil yargılanma hakkının bir unsurudur. Sanığa, kusuru ispat edilmeden önce suçlu gibi muamele görmesini önleyen, dokunulmaz, anayasal (AY m. 38/4, 15/4) bir hak olup, mahkemelerin tarafsızlığı garantisini verir ve kişi, suçlu olduğu mahkeme hükmüyle kesinleşmeden hiçbir şekilde suçlu olarak nitelendirilemez. Bu yönde, suçsuzluk karinesinin iki fonksiyonu ön plana çıkmaktadır: Karine, ilk olarak, ceza yargılamasının gidişine, işleyişine üstün bir usulü kural olarak yön vermekte, yukarıda ifade edildiği gibi bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde adil yargılamanın garantisini oluşturmaktadır. İkinci ise, suçluluğun tayininin yargılama kuralları çerçevesinde yargılama makamlarına düştüğünü hükme bağlamaktadır. Ceza yargılamasında sanık, suçluluğu ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılacaksa da, bu onun hakkında mahkumiyete kadar hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelmemektedir. Zira sanık, henüz suçlu değilse de, şüpheli olması nedeniyle masum da değildir. Bu nedenle, sanıklar hakkında bir takım yargılama önlemlerini almak, belli sınırlar içinde kalmak kaydıyla suçsuzluk karinesini ihlal etmez. Suçsuzluk karinesi, suç isnadının gerçekleştiği, yani kişinin geniş anlamda sanıklık statüsüne girdiği andan itibaren ceza yargılamasının tamamında, ceza davasının esasına girilmediği durumlarda ve ceza yargılamasına bağlı diğer yargılamalarda geçerlidir. Ayrıca, yargılama organları dışındaki tüm resmi makamları ve üçüncü kişileri de bağlayan temel bir ilkedir. Bu nedenle, gerek ceza yargılaması görevlileri gerekse bunun dışındaki resmi görevliler, suçsuzluk karinesini ihlal eden, sanığı suçlu olarak gösteren, sanığın suçlu gibi işlem görmesine neden olan işlem ve eylemlerde bulunmamalıdırlar(Yrd. Doç. Dr. İlhan Üzülmez TBB Dergisi Sayı 58 s. 41 vd).
Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olayda; İstanbul Anadolu 5Ağır Ceza Mahkemesinin 19.02.2013 günlü yazısına göre, davacı sanık hakkında verilen kararın, temyiz safhasında zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılarak aynı tarih itibarıyla kesinleştiği belirtilmiş ise de; yazı ekinde yer aldığı belirtilen Yargıtay 11.Ceza Dairesinin ilgili ilamı dava dosyası içerisinde yer almamaktadır. Bu halde öncelikle, anılan 11.Ceza Dairesinin 1801/3858 sayılı ilamı getirtilmeli, ilamın davacıya ilişkin kısmı incelenerek, 1.Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nin 1991/2 Esas ve 1993/1 no’lu kararı ile davacı hakkında verilen beraat kararının kesinleşip kesinleşmediği, keza mahkumiyet hükmünün zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı ve her iki suça ilişkin mahkeme hükmünün kesinleşme durumu ayrı ayrı belirlenmelidir. Bu belirlemeler yapıldıktan sonra, kesinleşen beraat kararına konu suçlar nedeniyle gözaltında veya tutuklulukta geçirilen süreler saptanarak 5510 sayılı Yasanın geçici 36’ıncı maddesi kapsamında borçlanabileceği dikkate alınmalıdır.
Aynı şekilde yapılacak araştırma neticesi, hakkında verilen mahkumiyet hükmü kesinleşmeyerek, zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldığının anlaşılması halinde davacının, olması gerektiği sonucuna ulaşılan suçsuzluk halinin hukuki nitelik olarak, sosyal güvenlik ilkeleri ışığında, yukarıda belirtilen 5510 sayılı Kanunun geçici 36’ıncı maddesinde belirtilen “beraat” hükmü kapsamanda değerlendirilmeli ve buna göre anılan suç nedeniyle gözaltında veya tutuklulukta geçen süreler de (çakışma olmamak kaydıyla) usulünce belirlenerek, aynı yasa maddesi kapsamında borçlanabileceğine karar verilmelidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 13.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.