YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/15948
KARAR NO : 2014/1287
KARAR TARİHİ : 27.01.2014
Mahkemesi :İstanbul 10. İş Mahkemesi
Tarihi :16.05.2013
No :2010/511-2013/224
Dava, malullük aylığı bağlanması istemine ilişkindir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
16.07.2003 tarihinden itibaren 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olan ve 06.08.2008 tarihinde malûllük aylığı bağlanması istemi, sigortalılığın başladığı tarihte malûl sayılacak derecede hastalık veya arızası bulunduğu iddiasıyla reddedilen davacının, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği’ne göre 08.01.2009 tarihi itibariyle çalışma gücünün % 60 ını kaybettiği tespitini içeren Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi raporu dayanak alınarak yazılı şekilde karar verildiği anlaşılmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun Geçici 1. maddesi uyarınca davanın yasal dayanaklarından olan 1479 sayılı Kanunun 28. maddesine göre, “Bu Kanunun uygulanmasında çalışma gücünün en az üçte ikisini yitirdiği tespit edilen sigortalı malûl sayılır. Şu kadar ki, bu Kanuna tabi sigortalılığın başladığı tarihte malûl sayılacak derecede hastalık veya arızası bulunduğu önceden veya sonradan tespit edilen sigortalı, bu hastalık veya arızası nedeniyle malûllük sigortası yardımlarından yararlanamaz.” Bu maddeyi yürürlükten kaldıran 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 25. maddesinde de benzer şekilde, “…, sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten önce sigortalının çalışma gücünün % 60’ını veya vazifesini yapamayacak derecede meslekte kazanma gücünü kaybettiği önceden veya sonradan tespit edilirse, sigortalı bu hastalık veya özrü sebebiyle malûllük aylığından yararlanamaz.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Bağ-Kur Sigortalılarının Malûllük Hallerinin Tespitine Dair Yönetmelik’in 4. maddesine göre, “Sigortalıların hangi hallerde çalışma gücünün en az üçte ikisini yitirmiş sayılacakları, 506 sayılı Kanununa istinaden çıkarılan Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğündeki esaslara göre tespit olunur.” 1479 sayılı Kanunun 56. maddesinde, “… belirtilen raporlar üzerinde Kurumca verilen karara ilgililer tarafından itiraz edilirse, Sosyal Sigortalar Kurumu Yüksek Sağlık Kurulunca karara bağlanır.” hükmü öngörülmüştür.
Bakanlar Kurulu’nca kabul edilip 22.06.1972 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü’nde, sigortalıların hangi hallerde çalışma gücünün en az üçte ikisini yitirmiş ve hangi hallerde başka birinin sürekli bakımına muhtaç durumda sayılacakları belirlenmiştir. 5510 sayılı Kanunun 107. maddesine dayanılarak çıkartılıp 01.10.2008 gününden geçerli olmak üzere 11.10.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği’nin “Yönetmeliğin yürürlük tarihinden önceki talepler” başlıklı geçici 1. maddesinde, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce çalışma gücü kaybı sonucu meslekte kazanma gücü kaybı durumlarının belirlenmesi isteminde bulunan sigortalılar için, yürürlükten kaldırılan ilgili sosyal güvenlik mevzuatının Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanacağı açıklanmıştır.
Öte yandan, 01.05.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun; 1. maddesinde, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak, adlî tıp uzmanlığı ve yan dal uzmanlığı programları ile görev alanına giren konularda diğer adlî bilimler alanlarında sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler düzenlemek ve bunlara ilişkin eğitim programları uygulamak üzere Adalet Bakanlığı’na bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu; 2. maddesinde, Kurumun, mahkemeler ile hâkimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adlî tıpla ilgili konularda bilimsel ve teknik görüş bildirme görevinin bulunduğu; 15. maddesinde, Adlî Tıp Genel Kurulu’nun, adlî tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adlî tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adlî tıp ihtisas kurulları ile adlî tıp ihtisas dairelerinin ve adlî tıp şube müdürlüklerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adlî tıp ihtisas kurulları ile Adlî Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri, konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyip kesin olarak karara bağlayacağı; 16. maddesinde, Üçüncü Adlî Tıp İhtisas Kurulu’nun, İkinci Adlî Tıp İhtisas Kurulunun görevine girmeyen Sosyal Sigortalar ve İş Kanunları ile ilgili olaylar, malûliyetler, meslekte kazanma gücü kaybı, meslek hastalıkları ve meslekî kusurlara ilişkin işlemler hakkında bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmek görevinin bulunduğu belirtilmiş olup; değinilen yasal düzenlemelere göre Adlî Tıp Genel Kurulu’na verilen inceleme ve kesin olarak karara bağlama görev ve yetkisi, kuşkusuz, eldeki gibi uyuşmazlıklarda sürekli itiraz yolu kullanılarak sürüp gitmesini önleme ve bir an önce en geniş katılımlı bir kurul kararı ile çekişmeyi sona erdirme amacını taşımakta olup, bu kapsamda, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’nın ilgili ihtisas kurulu ile Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu veya üniversitelerin tıp fakülteleri ilgili bilim dalı başkanlıklarınca düzenlenen raporlar arasında beliren çelişkinin Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tıp Genel Kurulu tarafından giderilip kesin olarak karar bağlanması da zorunludur. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.02.2010 gün ve 2010/21-60 Esas, 2010/90 Karar sayılı ilamı ile 06.10.2010 gün ve 2010/10-390 Esas, 2010/448 Karar sayılı ilamında da aynı yaklaşım ve görüşler benimsenmiştir.
Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalar ışığı altında inceleme konusu davada; öncelikle Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü; (usul ekonomisi ilkesi dikkate alınarak) 01.10.2008 tarihinden sonrasına ilişkin Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde ayrı ayrı olmak üzere davacının çalışma gücü kayıp oranları ve tarihleri Yüksek Sağlık Kurulundan alınacak raporla belirlenmeli; davalı Kurum için bağlayıcı olan bu rapora davacının itirazı olması halinde aynı şekilde Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi’nden rapor alınmalı; iki rapor arasında çelişki olması durumunda, davacının malûllük durumu ile ilgili ortaya çıkan çelişkiler Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tıp Genel Kurulu tarafından yukarıda belirtilen yasal mevzuat hükümleri ve açıklamalar çerçevesinde hazırlanacak raporla giderilerek, çalışma gücü kayıp oranı ve sigortalılığın başladığı 16.07.2003 tarihinde maluliyetin mevcut olup olmadığı açıklığa kavuşturulup, 16.07.2003 tarihinden önce maluliyet yoksa; 1479 sayılı Kanunun 31. ve 5510 sayılı Kanunun 27. madde hükümleri kapsamında malûllük aylığının başlangıcı yönünden, malûllük olgusunun gerçekleşme tarihi kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarılmalı; çalışma gücü kaybının en az üçte iki oranında olduğu saptandığında taleple bağlılık ilkesi de dikkate alınmak suretiyle 1479 sayılı Kanunun 29., oranın en az % 60 olduğu belirlendiği takdirde ise 5510 sayılı Kanunun 26. maddesinde belirtilen diğer aylık bağlama koşullarının varlığı değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmeli, kuşkusuz, 5510 sayılı Kanun hükümlerine göre aylığa hak kazanma durumunda hakkı doğuran olay, anılan Kanunun ilgili maddesinin yürürlük tarihi olduğundan, aylık başlangıcı olarak, bu tarihi izleyen aybaşına karşılık gelen 01.11.2008 günü olduğu gözardı edilmemelidir.
Öte yandan, davacı tarafın hükmü temyiz etmemesi nedeniyle davalı Kurum lehine oluşan usulü kazanılmış haklar bozma üzerine yürütülecek yargılamada gözönünde bulundurulmalıdır.
Mahkemenin, bu maddi ve hukuki olguları gözetmeksizin eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar vermiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 27.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.