Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/14536 E. 2014/3989 K. 27.02.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/14536
KARAR NO : 2014/3989
KARAR TARİHİ : 27.02.2014

Mahkemesi : İstanbul 22. İş Mahkemesi
Tarihi : 07.05.2013
No : 2013/98-2013/40
Davacı : N..S… adına Av. A.. O..
Davalı : S.. B.. adına Av. Ö.. Ö..

Davacı, 26.12.2012 günlü ölüm aylığı başvurusunun reddine ilişkin kurum işleminin iptalini ve anılan başvuru gereği baba üzerinden de ölüm aylığına hak kazandığının tespitini istemiştir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu. Temyiz konusu hükme ilişkin dava, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesi delaletiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hâllerden hiçbirine uymadığından, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Davanın yasal dayanaklarından olan 1479 sayılı Yasanın 45/2. maddesinin c bendinde; “18 yaşını veya ortaöğrenim yapması halinde 20 yaşını, Yükseköğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmamış veya yaşları ne olursa olsun çalışmayacak durumda malul bulunan çocukları ile geçimini sağlayacak başka bir geliri olmamak koşulu ile yaşları ne olursa olsun evlenmemiş kız çocukların her birine %25’i aylık veya toptan ödeme şeklinde verilir” hükmü öngörülmüştür.
Anılan hüküm 04.10.2000 tarihinde yürürlüğe giren 619 sayılı KHK’nin 21.maddesi ile değiştirilmiş, KHK’nin Anayasa Mahkemesinin 26.10.2000 tarih, 2000/61 E., 2000/34 K. sayılı iptal kararıyla yürürlükten kalkmasından sonra, bu defa 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Yasanın 23. maddesi ile “18 yaşını, ortaöğrenim yapması halinde 20 yaşını, Yükseköğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayan (18 yaşını doldurmayanlar hariç) bu Kanun ile diğer sosyal güvenlik Kanunları kapsamında çalışmayan ve Kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan veya yaşları ne olursa olsun çalışmayacak durumda malul olan çocuklarla, yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan, dul kalan ve bu kanun ile sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmayan bu kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan kız çocuklarının her birine %25’i, aylık veya toptan ödeme şeklinde verilir” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Öte yandan, davacının eşinin ölüm tarihinde (16.10.1987) yürürlükte bulunan 1479 sayılı Kanunun 46. maddesinde, sigortalının kız çocukları evlenirse bağlanan aylığın kesileceği, aylığın kesilmesine yol açan evlenmenin son bulması halinde, dul kaldığı tarihi takip eden aybaşından itibaren geçimini sağlayacak başka bir geliri olmamak kaydı ile yeniden aylık bağlanabileceği belirtilmiştir.
Davaya konu somut olayda; Bağ-Kur sigortalısı eşinin 16.10.1987 tarihinde vefat etmesi ile 1479 sayılı Kanun kapsamında ölüm aylığı almakta olan davacı, Bağ-Kur sigortalısı babasının 22.06.1980 tarihinde vefat etmiş olması nedeniyle 26.12.2012 tarihinde babası üzerinden de ölüm aylığı talebinde bulunmuş, ancak bu istem, koca üzerinden ölüm aylığı alındığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
İş bu dava ile davacı; babası üzerinden de aylık bağlanmasını talep etmiş olup, Mahkemece; 1479 sayılı Yasanın 46.ve 5510 sayılı Kanunun 54. Maddeleri uyarınca, davaya konu Kurum işlemi yerinde bulunarak davanın reddine karar verilmiştir.
Malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin geçiş hükümlerini düzenleyen 5510 sayılı Yasanın geçici 1.maddesinin ikinci fıkrasının “…17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.” hükmü karşısında, inceleme konusu uyuşmazlıkta 5510 sayılı Yasanın 54.madde hükmünün uygulanabilirliğinden bahsetmek mümkün değildir.
Öte yandan, 1479 sayılı Kanunun “Hakkın Düşmesi” başlıklı 78. maddesinde, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, cenaze yardımı ve ölüm toptan ödeme hakları, hakkı doğuran olay tarihinden başlanarak 10 yıl içinde istenmezse düşer.
Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından herhangi bir döneme ilişkin aylığını 5 yıl içinde almayanların, bu döneme ilişkin aylıkları ödenmez.”
“Ölüm aylığının Başlangıcı” başlıklı 43. maddesinin üçüncü fıkrasında “Hakkı doğuran olay tarihinden 5 yıl geçtikten sonra talepte bulunanların ölüm aylıkları, talep tarihini takip eden aybaşından itibaren başlar.” hükmü yer almaktadır. Söz konusu hüküm ile; belli bir süre (beş yıl) talep edilmeyen ölüm aylıklarının ödenmeyeceği öngörülmüş, ancak yeniden bu haklara kavuşmak isteyen hak sahibi için mutlaka Kuruma yazılı olarak başvuru koşulu getirilmiştir. Buradaki yazılı talep koşulu hem geçerlilik hem de ispat koşuludur.
Somut olayda, davacının 1479 sayılı Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası kapsamında beş yıllık süresinin dolmasının ardından 26.12.2012 tarihinde tahsis talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
01.10.2008 tarihine yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasanın “Zamanaşımı, Hakkın Düşmesi, Avans” başlıklı 97.maddesinde de, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, iş kazası, meslek hastalığı, vazife malullüğü ve ölüm hallerinde bağlanması gereken gelir ve aylıkların, hakkın kazanıldığı tarihten itibaren 5 yıl içinde istenmeyen kısmı zamanaşımına uğrar” denilmiştir.
Bu kapsamda uyuşmazlığın çözümü, kanunların zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kuralların incelenmesini zorunlu kılmaktadır. Kanunlar, metinlerinde belirtilen tarihte yürürlüğe girer ve buna bağlı olarak hukuksal sonuçlarını yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için doğurmaya başlar. Kanunların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkileyip etkilemeyecekleri, yani, geçmişe etkili olup olmadıkları ile ilgili mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, “toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir. (Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh:193-194; Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18. Baskı , Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh:73).
Hukuk devletinin hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. “Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere, onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda yorumlamamakla yükümlüdür.” (Yargıtay HGK; 09.03.1988 tarih ve 1987/2-860 E. 1988/232 K; 13.10.2004 tarih ve 2004/10-528 E. 2004/533 K; 06.04.2005 tarih ve 2005/10-183 E. 2005/241 K; 14.03.2007 tarih ve 2007/3-121 E. 2007/128 K. sayılı kararları).
Kanunların geriye yürümemesi kuralının istisnaları arasında; kazanılmış hakları ihlal etmemek kaydıyla kanunun yargılama hukukunu düzenlemesi, kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin olması ve beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar bulunmaktadır. Tamamlanmış hukuki durumları yeni kanun veya düzenleyici kuralın etkilememesi ve onlar üzerinde hukuki sonuç doğurmaması ise, kazanılmış hakları saklı tutma amacı gütmektedir.
Anılan istisnalardan olmayan 5510 sayılı Kanunun 97. maddesinin 1.fıkrasının geriye yürüyeceğine ilişkin bir düzenleme yoktur. Bu nedenle bu madde ile getirilen hükümler ancak maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren doğan ölüm aylıklarının zamanaşımı süre ve işleyişi yönünden uygulanacağının kabulü gerekir.
Açıklanan ilkeler çerçevesinde anılan hüküm ve somut olay değerlendirildiğinde: 1479 sayılı Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrasında beş yıllık sürede istenmeyen aylığın tümünün zamanaşımına uğrayacağı ve bu gerçekleştiğinde aylığın yazılı talep tarihini takip eden aybaşından itibaren bağlanabileceği, başka bir deyişle yazılı talep tarihinden önceki aylıkların istenemeyeceği düzenlenmiştir. 5510 sayılı Kanunun 97. maddesinin 1. fıkrasında ise; her bir gelir veya aylık için beş yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüş, gelir ve aylığın doğumundan itibaren beş yıl içinde istenmemesi halinde zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. Burada 1479 sayılı Kanunun 43. maddesindeki “talep tarihini takip eden aybaşından itibaren başlayacağı”na ilişkin hükme paralel bir düzenleme yapılmamıştır. Bu nedenle; anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarih olan 01.10.2008 tarihinden itibaren, tahsis talep tarihi olan 26.12.2012 itibariyle beş yıllık zamanaşımı süresi dolmadığından ve davacının eşinin ölüm tarihinde yürürlükte bulunan yasal mevzuat gereğince, eşinden aldığı aylığın geçimini sağlamaya yeterli olmadığı anlaşılmakla, davacıya 01.10.2008 tarihinden itibaren babası üzerinden de ölüm aylığı bağlanması gerekecektir.
Öte yandan; Sosyal Güvenlik Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 118’inci maddesinin 2’nci fıkrasında yer alan “Kanunda aksine hüküm bulunmayan, iş kazası, meslek hastalığı ve ölüm hallerinde bağlanması gereken gelir ve aylıklara hak kazanıldığı tarihten itibaren, talep tarihi beş yılı aştığında, talep tarihinden geriye doğru beş yıllık kısmı hak sahiplerine ödenir. Geriye kalan kısım ise zamanaşımına uğrar” yorumunun anılan 5510 sayılı Kanunun 97/1’inci maddesi hükmünün aynı sonucu doğuracak ancak uygulama pratiği sağlayacak şekilde ifadesinden ibaret olduğu görülmektedir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki esaslar göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucunda yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 27.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.