YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/12985
KARAR NO : 2014/8480
KARAR TARİHİ : 14.04.2014
Mahkemesi : İzmir 8. İş Mahkemesi
Tarihi : 17.04.2013
No : 2011/881-2013/212
Dava, Kurum işleminin iptali, yaşlılık aylığının ödenmesi; birleşen dava, icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davalıların avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasanın geçici 7/1. maddesinde yer alan düzenleme gereğince, davanın yasal dayanaklarından olan 1479 sayılı Kanunun 20.04.1982 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanunla değişik 24. maddesi hükmüne göre; kendi nam ve hesabına çalışma yanında bir kimsenin zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olması için, ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usûlde gelir vergisi mükellefi olması, gelir vergisinden muaf olanlarında meslek kuruluşuna kayıtlı bulunması gerekir. Yine, aynı maddede 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanunla getirilen düzenleme ile de; bu kapsam daha da genişletilerek kendi nam ve hesabına çalışanlardan vergi mükellefi olanların meslek kuruluşuna veya esnaf siciline kayıtlı bulunanların zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olacağı belirtilmiştir.
Dava konusu 22.03.1985 – 22.06.1998 tarihleri arasında yukarıda açıklanan 3165 sayılı Kanun ile getirilmiş düzenleme yürürlükte olup, sigortalılık niteliğinin varlığı sorunu anılan düzenleme doğrultusunda çözümlenmelidir. Belirtmek gerekirse anılan düzenlemenin açıkça değindiği üzere, sigortalılığın oluşumu yönünden kendi adına ve hesabına bağımsız çalışma ve oda/vergi/Esnaf Sicil Memurluğu kaydının birlikte olması zorunlu ve asli unsurlardır.
Eldeki davada, davaya konu dönemde davacının sigortalı olmasının dayanağı olan; ayakkabı tamircisi olarak Ovakent Ajanlığı’nda bulunan kaydının sahte olduğunun davalı Kurum tarafından iddia edildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemenin gerekçesinde yer verdiği üzere; ancak davalı Kurum’un geçmişe yönelik (uyuşmazlık konusu dönemi de kapsar şekilde) prim tahsil etmesi ve uzun süre bu primleri kullanması sigortalıya yaşlılık aylığı bağlayıp aylık konusunda umut verdikten sonra davacının sigortalılığını ve yaşlılık aylığını iptal etmesi Medeni Kanun’un 2. maddesinde ifadesini bulan objektif iyi niyet kurallarıyla bağdaşmayacaktır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.10.1997 gün ve E: 1997/10-578, K: 1997/758; 24.09.2003 gün ve 2003/10-489, 2003/490 sayılı kararı da bu doğrultudadır. Ne var ki; kimse kendi hilesinden istifade edemeyeceğinden bu kuralın uygulanabilmesi için usulsüz oda kaydının davacının da katılımının bulunduğu mavazaalı bir işlem sonucu oluşturulmaması gereklidir.
Ayrıntılı belirtmek gerekirse, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “Dürüst Davranma” başlıklı 2. maddesinde; herkesin, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda bulunduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağı, 3. maddesinde; durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı hükme bağlamıştır. Bu yanıltıcı durumun yıllar sonra ortaya çıkmış olması, davacının başlı başına iyiniyetli olarak kabulüne olanak vermemektedir. İyiniyet savunmasından yararlanabilmek için durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermiş olma koşulunun varlığı aranmalıdır. Kanun, sigortalılık koşullarının bulunmaması karşısında, davalı Kurumu hatalı işleme sevk etmek suretiyle geçmişe yönelik primlerin tahsil edilmesi olgusuna hukuki bir sonuç bağlamamıştır. Bu şekilde elde edilen sigortalılık süresi yönünden davacı yararına kazanılmış hak oluşmayacağı, gerçek koşulların yıllar sonra öğrenilmesinin hatalı işlemi geçerli hale getirmeyeceği hukuksal olgusu dikkate alınmalıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.05.2007 tarih 2007/10-240 Esas 2007/248 Karar sayılı kararı da bu yöndedir.
Bu çerçevede; eldeki davanın konusuyla ilgili olarak davacı hakkında “resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık” suçundan yapılan suç ihbarının, zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği görülmektedir.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde ve burada belirtilmesi gereken; HMK.nın 214. maddesindeki Sahtelik hakkında hukuk ve ceza mahkemesi kararlarının etkisi başlığını taşıyan 214. maddesindeki, “(1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez. (2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez.” hükmü ve sigortalılığın vazgeçilemez, feragat edilemez kamusal özelliği ile re’sen araştırılması gerektiği ilkeleri de gözetilmek suretiyle; O. Ajanlığındaki davacının kaydının sahte olup olmadığı yöntemince araştırılarak, sahteliğin tespit edilmesi durumunda, sahte oluşturulan kayıttan yarar sağlayan kişi olarak davacının iyiniyetli olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı ve sonradan yaptığı toplu prim ödemelerinin davacıya sigortalılık sağlamayacağı, ne var ki davacının istemesi halinde davalı Kuruma sorularak sürenin belirlenmesi gereken, ödediği primlerin ödeme tarihinden itibaren karşıladığı süre kadar isteğe baglı sigortalı olarak kabul edilmesinin mümkün olduğu gözetilerek yaşlılık aylığı bağlama şartları değerlendirilmeli; kaydın geçerli olduğunun tespiti halinde ise şimdiki gibi karar verilmelidir. Kuşkusuz, davalı sayısı gözetilerek yargılama masraflarından sorumlu tutulanlar HMK.’nın 297. maddesi gereğince infaza elverişli şekilde açıkça belirtilmelidir.
Mahkemenin, bu maddi ve hukuki olguları gözetmeksizin eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar vermiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedendir.
O hâlde, davalıların avukatlarının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan İ.. B..’ne iadesine, 14.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.