YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/11963
KARAR NO : 2014/13969
KARAR TARİHİ : 05.06.2014
Mahkemesi : İstanbul 9. İş Mahkemesi
Tarihi : 28.03.2013
No : 2012/92-2013/152
Dava, 31.12.1990 tarihinden sonra 1479 sayılı Yasaya tabi sigortalı olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
İnceleme konusu olayda; 1984 yılında verilen işe giriş bildirgesi ile “Triko” faaliyetine ve vergi kaydına dayalı olarak 31.12.1983 tarihli tescille başlayan Bağ- Kur sigortalılığı 22.08.2002 tarihinde Kuruma verilen İB (Terk) formu ile 31.12.1990 itibariyle sigortalılık sonlandırılmış; 27.04.2004 tarihinde Kuruma verilen dilekçe ile 31.12.1990-06.01.2003 arası ödenen primlerin bağımsız çalışma bulunmadığından en azından isteğe bağlı olarak değerlendirilmesini talep etmesi üzerine 27.07.2004 tarihi itibari ile isteğe bağlı sigortalılık başlatılmış, yine davacının 24.11.2007 tarihi itibari ile SSK’lı çalışma faaliyeti üzerine 23.11.2007 tarihi itibari ile isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalılığı sonlandırılmıştır. Öte yandan 24.11.2007- 29.08.2011 tarihleri arasında SSK’lı çalışmıştır. Ancak bilahare davacının 1984 tarihinden itibaren kollektif şirket ortaklığı bulunduğunun anlaşılması üzerine davacının Bağ-Kur sigortalılık süresi 31.12.1983 – 23.11.2007 olarak yeniden değerlendirilmesi üzerine iş bu eldeki dava açılmıştır. Davacı 1479 sayılı yasa kapsamında sigortalılığına esas vergi kaydının 31.12.1990 itibari ile son bulduğunu, Ticaret Sicili kaydında kollektif şirket ortaklığına dayanan kaydın sehven açık kalması nedeni ile 23.11.2007 tarihine kadar Bağ-Kur sigortalısı sayılmasının haksız olduğunu beyanla 31.12.1990 tarihinden sonrasında 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılığının olmadığının tespitini istemektedir.
Davanın yasal dayanağı olan ve 01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanunun 24 ve 25 inci maddelerinde kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan Kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler, meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren zorunlu sigortalı sayılmış iken, anılan maddelerde 2229 sayılı Kanun ile yapılan ve 04.05.1979 tarihinde yürürlüğe giren değişiklik ile meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, kendi adına ve hesabına çalışma olgusu sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir. Daha sonra, Kanunun 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanunla değişik 24 üncü maddesinin (1) numaralı bendinin (a) ve (h) fıkralarında, diğer sosyal güvenlik kuruluşları kapsamı dışında kalan ve herhangi bir işverene hizmet akdi ile bağlı olmaksızın, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanların zorunlu sigortalı kabul edilebilmesi için, esnaf ve sanatkârlar gibi ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi yükümlüsü olanlar yönünden vergi kaydı, gelir vergisinden muaf olanlar yönünden kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı bulunma koşulu getirilmiş; anılan madde 22.03.1985
tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanunla bir kez daha değiştirilip kapsam genişletilerek, gerçek veya götürü usulde gelir vergisi yükümlüsü olanlar (vergi kaydı bulunanlar) veya esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı bulunanlar ya da kanunla kurulu meslek kuruluşunda usulüne uygun kaydı olanlar zorunlu sigortalı olarak kabul edilmiş, anılan düzenleme 4956 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 02.08.2003 tarihine kadar geçerliliğini korumuştur.
Sigortalılık niteliğinin varlığı sorunu da, anılan düzenleme doğrultusunda çözümlenmelidir. Belirtmek gerekirse anılan düzenlemenin açıkça değindiği üzere, sigortalılığın oluşumu yönünden “kendi adına ve hesabına bağımsız çalışma” olgusunun varlığı zorunlu ve asli unsur olup, vergi dairesine, meslek kuruluşuna ve Esnaf Sanatkar Sicil Memurluğuna kayıtlı olmak; anılan çalışmayı doğrulayan bir şekil şartından ibaret olduğu cihetle aksinin kanıtlanması olanaklıdır. Diğer bir anlatımla, bu gibilerin mesleki faaliyetlerine son verdiklerinin kanıtlanması halinde, artık somut bir çalışmaya dayanmayan, soyut ve sadece evrak üzerindeki oda/vergi/Esnaf Sicil Memurluğu kaydına itibar edilerek kişiyi sigortalı saymak, Kanunun amacına aykırı olacağı açıktır.
1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 22.02.2006 gün ve 5458 sayılı Kanunu 13. maddesi ile değişik Ek 19. maddesi ile, 5510 sayılı Kanuna 5754 sayılı Kanun ile eklenen geçici 17. maddelerine göre; Bağ-Kur’a kayıt ve tescili yapıldığı halde, beş yıl ve daha fazla süreye ilişkin prim borcu bulunanlar ile, beş yıl ve daha fazla süre prim ödemeyenlerin sigortalılıkları; prim ödemesi bulunan sigortalının ödediği primlerin tam karşıladığı ayın sonu itibariyle, prim ödemesi bulunmayan sigortalının sigortalılığı ise, tescil tarihi itibariyle durdurulur, prim borcuna ait süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilmez, bu sürelere ilişkin prim tutarlarına Kurum alacakları arasında yer verilmez(YHGK 28.06.2006 Tarih ve 2006/21-485-483 sayılı kararı)
Yukarıdaki bilgiler çerçevesinde mahkemece Kurumun sigortalılık işlemine esas davacının ortağı olduğu iddia edilen kollektif şirkete ilişkin tüm ticaret sicili kayıtlarının celbi sağlanmalı, davacının bu şirketteki ortaklık durum ve süresi belirlenmeli, vergi dairesinden getirilecek kayıtlarda anılan şirketin faaliyet durumu belirlenmeli, davacının geçerli bir ortaklık kaydının bulunup bulunmadığı irdelenmelidir. Bu belirlemeler yapıldıktan sonra 1479 Bağ-Kur sigortalılığına esas geçerli bir kollektif şirket ortaklığının mevcut olması halinde, 1479 sayılı Yasanın ek 19. maddesi de gözetilerek 1479 sayılı Yasa kapsamındaki sigortalılığının sona erip ermediği konusunda irdeleme yapılmalıdır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, davacının 1479 sayılı Yasa kapsamındaki sigortalılık süresi tespit edildikten sonra, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece, eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın kabulü yönünde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 05.06.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.