Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2013/10863 E. 2014/3000 K. 18.02.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/10863
KARAR NO : 2014/3000
KARAR TARİHİ : 18.02.2014

Mahkemesi : Konya 4. İş Mahkemesi
Tarihi : 28.02.2013
No : 2012/46-2013/34

Dava, yaralanan sigortalıya yapılan tedavi giderlerinin, 506 sayılı Kanunu 39. maddesince tahsili için başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali ve icra inkar tazminatı istemine ilişkindir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde, takibe yapılan itirazın kaldırılmasına, icra inkar tazminatı talebinin reddine karar vermiştir.
Hükmün, taraflar vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacı Kurum vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Hukuk mahkemelerinin, ceza mahkemelerinden verilen kararlarla ne ölçüde bağlı oldukları konusu, olay tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanununun 53.maddesinde belirlenen genel hükümlerde açıklanmış olup, buna göre hukuk hakimi, “…kusurun mevcut olup olmadığına…” karar verebilmek için “…Ceza Hukukunun mesuliyetine dair hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinden verilen beraat kararıyla mukayyet değildir….”
Bundan ayrı olarak “… kusurun taktiri ve zarar miktarının tayini hususunda da…” hukuk hakimi ceza mahkemesi kararı ile bağlı değildir. Bu hükümden çıkan genel sonuç; hukuk hakiminin genelde ceza mahkemesinden verilen “hükümlülük kararı ile bağlı olmasıdır. Şüphe yoktur ki; bu karar “kesin nitelikte” bir karar olması gerekir. Hal böyle olunca halledilmesi gereken sorun; bağlılığın kapsamının ne olması gerekeceğidir. Başka bir anlatımla ceza mahkemesinin kesinleşen hükümlülük kararında, öncelikle maddi olguların saptanması, bu olgulara bağlı olarak suç teşkil eden bir fiilin yada kusurlu hareketin var olup olmadığı, varsa kusurun derecesi ve bunun sonucunda doğan zararın miktarının ne olduğu söz konusudur. Saptanacak maddi olgulara göre ceza mahkemesince kusurun varlığı kabul edildiğinde “bu kusurun” suç teşkil edip etmeyeceğinin taktirinin, Ceza Hukukunun mesuliyete ilişkin esas ve ilkeleriyle yapılabileceği ortadadır.
Diğer taraftan saptanacak her kusurlu hareketin hukuki yönden suç teşkil ettiği de söylenemez. Giderek, Ceza Hukuku yönünden suç teşkil etmeyen “kusur” halinin genel anlamda Medeni Hukuk yönünden sorumluluğu gerektirebileceği de açıktır. Bu nedenle; hukuk hakiminin “…kusur mevcut olup olmadığına …” karar verebilmesi için ceza hükmü ile bağlı olmayacağı ilkesinin sebebi ortadadır. Bu ilkenin tabii sonucu olarak da kusur derecesinin takdiri ve bundan doğacak “… zarar miktarının tayini…” hususlarında da hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağı ilkesinin nedeni yasada kabul edildiği şekilde açıktır.
Ne var ki; ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle ceza mahkemesinde saptanacak maddi olayın yargısal bir kararla saptanmış olması gerçeğinin hukuk hakimini de bağlaması gerekir. Bu hal; Kamunun yargıya olan güvenin korunmasının bir gereği olduğu gibi, söz konusu Borçlar Kanununun 53.maddesinde öngörülen kuralında doğal bir sonucudur. Nitekim bu husus, Yargıtayın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de kabul edilmiş bulunmaktadır. Şu halde hukuk hakimi ceza mahkemesince saptanan maddi olaylarla bağlı olup orada belirlenen kusur oranlarıyla bağlı değildir.
Somut olayda, kesinleşen ceza dosyasında, davalının sigortalıyı bıçakla va basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralamaktan aldığı cezanın, haksız tahrik sebebi ile 2/3 oranında indirildiği anlaşılmaktadır.
5237 sayılı Kanun’un 29. maddesi haksız tahrik indirimini düzenlemiş olup,”Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırleştırılmış müebbet hapis cezası yerine, onsekiz yıldan yirmi dört yıla, veya müebbet hapis cezası yerine, oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir.Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadar indirilir” hükmünü içermektedir.
Mahkemece, 506 sayılı Kanunun,” Kasdı veya suç sayılır hareketi ile sigortalının, eşinin veya çocuğunun hastalanmasına sebebolan kimseye, bu kanun gereğince hastalık sigortasından yapılan her türlü giderler tazmin ettirilir.” şeklindeki 39. maddesi gereğince Kurum zararının tamamının talep edildiği dosyada, talebin tamamına hükmedildiği, böylece davalının %100 kusurlu kabul edildiği belirgin olup, yapılan değerlendirmenin somut durumun özellikleri ile örtüşmediği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında, Mahkemece; haksız tahrik hükümlerinin uygulanması sonucu davalının cezasından indirim yapılması hususunun, Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca hukuk hakimini de bağlar nitelikte kesinleşmiş maddi olgu halini aldığı, ceza davasındaki tahrik indirimi oranına göre, Borçlar Kanunu’nun 43. ve 44. maddeleri uyarınca, rücu alacağından da indirim yapılması gereği gözetilmeksizin, yazılı şekilde indirim yapılmaksızın alacağın tümünün tahsiline karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 18.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.