Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2012/9377 E. 2013/22403 K. 26.11.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/9377
KARAR NO : 2013/22403
KARAR TARİHİ : 26.11.2013

Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, davalı tarafından kasten öldürülen sigortalının hak sahibine bağlanan aylığın, 5510 sayılı Kanunun 39. maddesince tazmini istemine ilişkindir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde, davanın kabulüne karra vermiştir.
Hükmün, davalı vasisi tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Hukuk mahkemelerinin, ceza mahkemelerinden verilen kararlarla ne ölçüde bağlı oldukları konusu, olay tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanununun 53.maddesinde belirlenen genel hükümlerde açıklanmış olup, buna göre hukuk hakimi, “…kusurun mevcut olup olmadığına…” karar verebilmek için “…Ceza Hukukunun mesuliyetine dair hükümleriyle bağlı olmadığı gibi,ceza mahkemesinden verilen beraat kararıyla mukayyet değildir….”
Bundan ayrı olarak “… kusurun taktiri ve zarar miktarının tayini hususunda da…” hukuk hakimi ceza mahkemesi kararı ile bağlı değildir.Bu hükümden çıkan genel sonuç; hukuk hakiminin genelde ceza mahkemesinden verilen “hükümlülük kararı ile bağlı olmasıdır. Şüphe yoktur ki;bu karar “kesin nitelikte” bir karar olması gerekir.Hal böyle olunca çözümlenmesi gereken sorun; bağlılığın kapsamının ne olması gerekeceğidir.Başka bir anlatımla ceza mahkemesinin kesinleşen hükümlülük kararında, öncelikle maddi olguların saptanması,bu olgulara bağlı olarak suç teşkil eden bir fiilin yada kusurlu hareketin var olup olmadığı,varsa kusurun derecesi ve bunun sonucunda doğan zararın miktarının ne olduğu söz konusudur.Saptanacak maddi olgulara göre ceza mahkemesince kusurun varlığı kabul edildiğinde “bu kusurun” suç teşkil edip etmeyeceğinin taktirinin, Ceza Hukukunun mesuliyete ilişkin esas ve ilkeleriyle yapılabileceği ortadadır.
Diğer taraftan saptanacak her kusurlu hareketin hukuki yönden suç teşkil ettiği de söylenemez.Giderek, ceza hukuku yönünden suç teşkil etmeyen “kusur” halinin genel anlamda medeni hukuk yönünden sorumluluğu gerektirebileceği de açıktır.Bu nedenle; hukuk hakiminin “…kusur mevcut olup olmadığına …” karar verebilmesi için ceza hükmü ile bağlı olmayacağı ilkesinin sebebi ortadadır.Bu ilkenin tabii sonucu olarak da kusur derecesinin takdiri ve bundan doğacak “… zarar miktarının tayini…” hususlarında da hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağı ilkesinin nedeni yasada kabul edildiği şekilde açıktır.
Ne var ki;ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir.Bu nedenle ceza mahkemesinde saptanacak maddi olayın yargısal bir kararla saptanmış olması gerçeğinin hukuk hakimini de bağlaması gerekir.Bu hal;Kamunun yargıya olan güvenin korunmasının bir gereği olduğu gibi, söz konusu Borçlar Kanununun 53.maddesinde
öngörülen kuralında doğal bir sonucudur.Nitekim bu husus,Yargıtayın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de kabul edilmiş bulunmaktadır.Şu halde hukuk hakimi ceza mahkemesince saptanan maddi olaylarla bağlı olup orada belirlenen kusur oranlarıyla bağlı değildir.
Somut olayda, temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen ceza dosyasında, davalının sigortalıyı kasten öldürmekten ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldığı, ancak cezasının tahrik sebebi ile 20 yıla düşürüldüğü, yaşı ve takdiri hafifletici sebeplerle de sonuç cezasının 10 yıl hapis cezası olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.
5237 Sayılı Kanun’un 29. maddesi haksız tahrik indirimini düzenlemiş olup,”Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırleştırılmış müebbet hapis cezası yerine, onsekiz yıldan yirmi dört yıla, veya müebbet hapis cezası yerine, oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir.Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadar indirilir” hükmünü içermektedir.
Mahkemece, 5510 sayılı Kanunun,” Üçüncü bir kişinin kastı nedeniyle malûl veya vazife malûlü olan sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine, bu Kanun uyarınca bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı için Kurumca zarara sebep olan üçüncü kişilere rücû edilir. ” şeklindeki 39. maddesi gereğince Kurum zararının yarısının (1/2’sinin) tamamının talep edildiği dosyada, talebin tamamına hükmedildiği, böylece davalının tam kusurlu kabul edildiği belirgin olup, yapılan değerlendirmenin somut durumun özellikleri ile örtüşmediği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında, Mahkemece; haksız tahrik hükümlerinin uygulanması sonucu davalının cezasından indirim yapılması hususunun, Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca hukuk hakimini de bağlar nitelikte kesinleşmiş maddi olgu halini aldığı, ceza davasındaki tahrik indirimi oranına göre, Borçlar Kanunu’nun 43. ve 44. maddeleri uyarınca, rücu alacağından da indirim yapılması gereği gözetilmeksizin, yazılı şekilde indirim yapılmaksızın alacağın tümünün tahsiline karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı vasisinin, bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 26.11.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.