Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2012/18234 E. 2014/16648 K. 08.07.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/18234
KARAR NO : 2014/16648
KARAR TARİHİ : 08.07.2014

Mahkemesi :Ankara 4. İş Mahkemesi
Tarihi :10.07.2012
No :2002/250-2012/1328

Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- İçerisinde yabancılık unsuru bulunan olaylar nedeniyle oluşan normlar çatışması durumunda en önemli normlar çatışması kuralı “Ülkesellik” kuralıdır. Bu kural devletlerin egemenlik haklarını ilgilendiren kuralların kendi topraklarında meydana gelen tüm olaylara uygulanacağı anlamına gelir ki, sigortalılığın zorunlu olması ilkesinin de doğal sonucudur. Ülkesellik prensibinin uygulanmasında nazara alınacak bağlama noktaları yersel kriterlere dayanır. Bunlar, ilgilinin ikametgâhı, çalışma yeri, işverenin ikametgâhı, iş merkezinin bulunduğu yer veya zararın meydana geldiği yer gibi kriterlerdir. Bu bağlama noktalarından hangisinin uygulanacağını ise devletin sosyal güvenlik sistemine veya sosyal edimlerine en uygun düşen ilişki belirler. Sosyal güvenlik hukuku konularında temel kural sigortalının çalışma yeri hukukunun uygulanması olmakla beraber olaydaki duruma göre en uygun ilişki bazen yukarıda sözü edilen yerlerin mevzuatları olabilmektedir.
Türk Anayasasında, bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilen yargı yetkisi ancak Devletler Hukuku tarafından belirli alanlarda sınırlandırmıştır ve yargı yetkisi dava şartlarından kabul edilmektedir (Kuru, Baki; Hukuk Muhakemeleri Usulü, sayfa 882). Milletlerarası yetki denildiğinde, yargı yetkisinin mevcut olması koşulu ile bir davaya hangi Devlet Mahkemesinin bakabileceği anlaşılır. Milletlerarası yetki dava şartlarından sayılmamaktadır. Her devlet Mahkemelerinin milletlerarası yetkisini bizzat tayin eder.(Nomer, Ergin; Devletler Hususi Hukuku 7. bası 1993 sayfa 398).
Dava tarihi itibari ile yürürlükte olan 2657 Sayılı MÖHUK’un 27. maddesi gereğince Türk Mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibarıyla yetki kuralları tayin eder. Yani, bir dava hakkında Türk Hukukunda, hiçbir ülke içi yetki kuralı yoksa, Türk Mahkemeleri, o dava için uluslararası yetkiye sahip değildir. Buna göre, HUMK. nun genel ve özel yetkiyi içeren hükümlerinin olayda varlığı halinde Türk Mahkemelerinin (icra daireleri) uluslararası yetkisinin kabulü gerekir. (Prof.Dr. Baki Kuru Usul 2001–1 Cilt sahife: 635 v.d.) Bu durum, 5718 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun ile de devam ettirilmiştir. (5718 Sayılı Yasanın 40.maddesi hükmü)
Diğer taraftan, 30.04.1964 tarihinde imza edilen ve 10.04.1965 tarih ve 11976 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 01.11.1965 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Arasında Sosyal Güvenlik Sözleşmesi hükümleri irdelendiğinde; 50’nci maddede yer alan, “Akit taraflardan birinin mevzuatına göre, diğer akit taraf ülkesinde olan bir sigorta vakası dolayısı ile yardıma hak kazanan bir kimse, diğer akit taraf nizamlarına göre üçüncü bir şahıstan zararın tazminini istemek hakkına sahip ise, bu hak, ilgili mevzuat dairesinde, yardımı yapacak olan akit tarafın Sosyal Sigorta Merciine intikal eder.” hükmü ve ”Akit taraflardan birinin Sosyal Sigorta Mercii üçüncü bir şahıstan doğrudan doğruya bir tazminat istemek hakkına sahip ise, diğer akit taraf bu hakkı tanır.” Hükümleri çerçevesinde, rücu hakkının, taraf devletler tarafından birbirlerine intikal ettirileceği hususu açıklanmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde; aslen davacı Kurumca Alman vatandaşı E..’a karşı husumet yöneltildiği anlaşılmakta ise de; bu davalı vekilinin ilk itirazları kapsamında milletlerarası yetkiye dair itirazının olmadığı dikkate alınarak, mahkemenin yetkili olduğu ve buna göre uygulanması gereken mevzuatın Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesi hükümleri de dikkate alınarak Türk mevzuatı ve giderek 506 Sayılı Yasa olduğu sonucuna varılmıştır.
2-Davaya konu somut olayda, geçici işçi statüsünde Almanya ‘ya gönderilen bir Türk işçinin çalıştığı okul inşaatı işyerinde, davadışı beton döküm işçisi Eberhard Filkenmayer’in kullandığı vinçin arka pistonunun zeminde tutunan ayaklarının boşa çıkması ile vinç kazıcı başının kazalı sigortalıya çarpması sonucunda önce yaralandığı ve sonrasında vefat etmeden önce Almanya’da tedavi gördüğü, tedavisinin ve geçici iş göremezlik ödemelerinin ve ayrıca sigortalıya bağlanan peşin değerli gelirin ödenmesine Türkiye’de devam ettiği, 23.05.2003 tarihinde de sigortalının iş kazasına bağlı olarak vefat ettiği, sonrasında hak sahiplerine gelir bağlandığı ve bunlardan bir kısmının bu gelirden çıktığı ve bunlara karşı da fiili ödemeler yapıldığı anlaşılmaktadır.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesi (tam teselsül) yada birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen Borçlar Kanunu’nun 51. maddesi (eksik teselsül) uyarınca ve aynı yasanın 142. maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı tek bir dava ile isteyebileceği gibi sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda da, öğretideki eleştiriler doğrultusunda tam ve eksik teselsül ayırımı kaldırılmışsa da (61. madde gerekçesi), teselsül esasına dayanan sorumluluk ilkesine ilişkin düzenlemeler korunmuş ve anılan Kanun’un birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen 61. maddesinde; “ Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” hükmü yer almıştır. Anılan Kanun’un 163. maddesinde; davacının, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı tek bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı ayrı ayrı davalar ile de talep edebileceği öngörülmüştür. Anılan Yasanın 163. maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanmak için, zarara uğrayanın, talebi gereklidir.
Eldeki davada; Kurumca açılan ilk davada, sadece işveren şirkete karşı dava açılmış ise de birleşen davada E..’a karşı da dava açıldığı ve bu dava dilekçesinde açıkça müteselsil sorumluluktan söz edilmiş ve devam eden aşamalarda da Kurumun uğradığı zarar nedeniyle tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili isteminde bulunulmuş olduğu, dava dilekçesi hesap raporuna yapılan itirazlardan anlaşılmaktadır.
Hükme esas kusur raporunda; davalılardan işveren Muti İnşaatın %45, Eberhard’ın %10 ve beton döküm işini alan dava dışı firma “Schlimgen GMBH”‘nin %45 oranında kusurlu olduğu, sigortalının ise kusursuz olduğu anlaşılmıştır.
Mahkemece, teselsüle dayalı olarak talepte bulunulmasına rağmen, asıl dava yönünden, davalının %45 kusuru oranında sorumluluğuna hükmedilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma sebebidir.
3-Kabule göre de; 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Yasa gereğince birleşen davada talep konusu olan ve kazalı sigortalıya Almanya ‘da yapılan tedavi giderleri kapsamında 161.641,24 Euro bakımından mahkemece %55 kusur karşılığı 88.902,68 Euronun fiili ödeme günündeki TC.Merkez Bankası Efektif Satış Kuru üzerinden hesaplanacak TL karşılığı ile TC Kamu Bankalarının 1 yıl vadeli Euro mevduatına verilen en yüksek faiz ile birlikte tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istem halinde davalılara iadesine, 08.07.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.