Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2011/5024 E. 2012/1896 K. 13.02.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2011/5024
KARAR NO : 2012/1896
KARAR TARİHİ : 13.02.2012

Mahkemesi :Asliye Hukuk(İş) Mahkemesi
Dava, 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılığın 31.12.2004 tarihinde sona erdiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkeme, davanın kabulüne karar vermiştir.
Hükmü, davalının avukatının temyiz etmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşılıp, Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki belgeler okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-519 Esas, 2010/553 Karar sayılı ilamında benimsendiği üzere;1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 388.maddesinde aynen; “Karar aşağıdaki hususları kapsar:
1.Kararı veren mahkeme ile hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği,
2. Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,
3. İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep, 4 . Hüküm sonucu ile varsa kanun yolları,
5. Kararın verildiği tarih ve hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin imzaları,
Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Aynı Kanunun 389.maddesinde ise; ”Verilen karar ile iki tarafa tahmil ve bahşedilen vazife ve haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmıyacak surette gayet sarih ve açık yazılmalıdır.” hükmü yer almaktadır.
01.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddeside, anılan düzenlemelere paralel içerik taşımaktadır.
Açıklanan hükümlerle getirilen bu biçim koşulları yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Eş söyleyişle, kanunun amacı hükmün açıklığı ve anlaşılırlığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamaktır. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar.Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Görülmektedir ki, uyuşmazlıkların çözümünde yargıya düşen en önemli görevlerden birisi de açık ve net çözümler bulmak; anlaşılabilir, tutarlı kararlarla kamu düzen ve barışını sağlanmasına hizmet etmek olmalıdır. Tarafların çözüm aramak için geldikleri yargısal makamların açık ve net hükümlerle üzerine düşen görevleri yerine getirmesi gerekir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ve yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerin nihai amacı da budur.
Bu itibarla hükmün sonuç kısmının özetlenerek açıklanmasına; karar ile taraflara yükletilen borç ve tanınan hakların bir kesiminin belirtilmemiş bulunmasına; bunun yanında, tefhim edilen karara sonradan eklentiler yapılmasına ya da gerekçedeki ifadelerin tekrarı suretiyle hüküm sonucu gösterilmeden karar oluşturulmasına yasal olanak bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; mahkemece verilen kısa kararın hüküm sonucunu içermesi, hüküm sonucunda ise gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi, yasanın açıkça aradığı hususlardır.
Bu kadar açık düzenlemeye karşın hüküm sonucunu içermeyen, gerekçe ve hüküm sonuçlarına ayrı ayrı yer vermeyen mahkeme kararlarının usul ve yasaya aykırılığı yanında, infazında da tereddüte düşüleceğinde hiç kuşku yoktur.
Eldeki davada; yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler gözetilmeksizin, sonuç olarak “davanın kabulüne” karar verilmesine karşılık, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmemiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalının avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma içeriğine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 13.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.