Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2011/17709 E. 2012/2597 K. 20.02.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2011/17709
KARAR NO : 2012/2597
KARAR TARİHİ : 20.02.2012

Mahkemesi :Asliye Hukuk(İş) Mahkemesi
Dava, aksine Kurum işleminin iptali ile davacının 18.09.1991-22.09.1992 tarihleri arasında …. sigortalısı olduğunun ve yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti ve aylıklarının ödenmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi
“Anayasamızın 141/3 maddesinde “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” hükmü yer almaktadır.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı ise; hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesinde (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesi); “Karar aşağıdaki hususları kapsar:
1. Kararı veren mahkeme ile hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği,
2. Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,
3. İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep,
4 . Hüküm sonucu ile varsa kanun yolları,
5. Kararın verildiği tarih ve hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin imzaları,
Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklinde ifade edilmiştir.
Aynı kural HUMK.nun 389.maddesinde de; (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesi) “Verilen karar ile iki tarafa tahmil ve bahşedilen vazife ve haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmayacak surette gayet sarih ve açık yazılmalıdır.” İfadelerine yer verilerek tekrarlanmıştır.
Açıklanan bu hükümler en başta yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir ve emredici hükümlerden olup “Kamu düzeni” amacı ile vaz’edilmişlerdir. Bu hükümlerle getirilen anılan biçim koşulları hükmün açıklığı ve anlaşılırlığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamak amacını taşımaktadır. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki,dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Görülmektedir ki, uyuşmazlıkların çözümünde yargıya düşen en önemli görevlerden birisi de açık ve net çözümler bulmak, anlaşılabilir, tutarlı kararlarla kamu düzen ve barışının sağlanmasına hizmet etmek olmalıdır. Hükmün açık ve net olması gereği hüküm sonucu ile sınırlı olmayıp , iddiaların tek tek ele alındığı, cevaplandırıldığı, hukuka ve yasaya aykırı bulunma ya da bulunmama nedenlerinin açıklandığı, yasal dayanakların gösterildiği, anlamaya ve denetime elverişli gerekçenin varlığını da gerektirir. Zira taraflar ancak gerekçe sayesinde hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilecekleri gibi Yargıtay denetimi de ancak kararın gerekçe içermesi halinde mümkün olacaktır. İşte bu nedenledir ki, kararın gerekçesinde hangi maddi vakıanın hangi hukuki sebeple davacıyı haklı gösterdiğinin açıklanması halinde ancak, HUMK.nun 388.maddesine uygun bir kararın varlığından söz edilebilecektir. Gerek Anayasamız , gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ve yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerin nihai amacı da budur.”
“Adil yargılanma hakkının içinde barındırdığı temel haklardan olan ve dayanağını insan onuru ile eşitlik ilkesinden alan, hukuki dinlenilme hakkının üç unsuru vardır. Bunlar, tarafların yargılama konusunda bilgilenme hakkı, yargılama ile ilgili açıklama ve ispat hakkı, bu açıklamaların mahkemece dikkate alınıp değerlendirilmesi yükümlülüğüdür. Gerekçe özellikle tarafların yargılamada dikkate alındığının, açıklama ve delillerinin değerlendirildiğinin bir göstergesidir.
Kararın gerekçeli olması hukuk devletinin ve hukuki güvenlik ilkesinin de bir gereğidir. Zira, mahkemenin keyfilikten uzak şekilde, hukuka ve kanuna uygun karar verip vermediği ancak gerekçeden anlaşılabilir. Bu sebepledir ki, Anayasa’da kararların gerekçeli olması özel olarak vurgulanmıştır.”(Muhammet Özekes, “Üst Derece Mahkemeleri Kararlarında Gerekçe”, ….’de İstinaf Mahkemelerinin Kurulmasından Sonra Yargıtay’ın Rolü Konferansı, Ankara 2007, s. 78-79)
Somut olayda; yaşlılık aylığı koşullarının ne şekilde oluştuğu hakkında hiçbir açıklama yapılmaksızın, “…davacının 506 sayılı Kanun kapsamında tahsis talebi ve diğer hususlarda dikkate alınarak yaşlılık aylığı almaya hak kazanacağı…” şeklindeki gerekçeyle yetinildiği anlaşılmakla; davacının yaşlılık aylığına hak kazanmasına dayanak alınan somut deliller ile dayanağı yasal maddelerinin irdelenip tartışılarak karar gerekçesinde açıklanması zorunluluğunu öngören yasal gereklere uymaksızın yazılı şekilde hükmün gerekçesi ve yasal dayanakları açıklanmadan karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli, sair yönler incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 20.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.