Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2010/10363 E. 2012/770 K. 23.01.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/10363
KARAR NO : 2012/770
KARAR TARİHİ : 23.01.2012

Dava, Iş kazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan gelir ve yapılan harcama ve ödemelerin 506 sayılı Yasanın 10 ve 26.maddeleri uyarınca davalılardan müteselsilen tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı…avukatı ve davalılardan…..avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve…..tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
5510 sayılı Yasanın 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 21. maddesindeki, “iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir.” düzenlemesi getirilmiş ise de, söz konusu düzenlemenin anılan kanunda, yürürlüğü öncesinde gerçekleşen olaylardan kaynaklanan rücuan tazminat davalarında uygulanmasına olanak veren bir düzenleme bulunmadığı ve genel olarak Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı gereğince, davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 10 ve 26. maddesidir.
Bu tür davalara öğretide ve uygulamada “kademeli” eski deyimle “terditli” dava denmektedir. Olayda, hem 26 hem de 10.madde koşulları oluşmuş ise; Kurum, anılan maddelerden sadece birine dayanarak dava açabileceği gibi, her iki madde hükümleri uyarınca da dava açabilir. Bu durumda mahkemece her iki maddede öngörülen koşulların oluşup oluşmadığının araştırılıp saptanması gerekir. Her iki madde koşullarının oluştuğunun tespiti halinde Dairemizin yerleşmiş görüşüne göre 10.madde, uygulama önceliğine sahiptir.
Somut olayda, işveren; sigortalının işe giriş bildirgesinin süresi içinde Kuruma verilmiş olması nedeniyle 10.madde koşullarının oluşmadığını savunmaktadır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9. maddesi uyarınca işveren; çalıştıracağı kimseleri, işe başlatmadan önce örneği Kurumca hazırlanacak işe giriş bildirgeleriyle Kuruma doğrudan bildirmekle veya bu belgeleri iadeli-taahhütlü olarak göndermekle yükümlüdür.
Kural bu olmakla birlikte, inşaat işyerlerinde işe başlatılacak kimseler için işe başlatıldığı gün Kuruma veya iadeli-taahhütlü olarak postaya verilen işe giriş bildirgelerinin de süresi içinde verilmiş sayılacağı istisnai olarak hükme bağlanmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki; 506 sayılı Kanunun 4447 sayılı Kanunun 2. maddesiyle değiştirilen ve 08.09.1999 tarihinde yürürlüğe giren 9. madde hükmü uyarınca, işe giriş bildirgesinin sigortalıların “işe başlatılmasından önce” verilmesi yeterli bulunup, bildirgenin işe başlatılmadan bir gün önce verilmesine yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Kuruma bildirilmeyen sigortalının zararlandırıcı sigorta olayına uğraması durumunda ilgililerin sigorta yardımları Kurumca sağlanmakta, ancak, belirtilen sigorta olayları için Kurumca yapılan ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin sermaye değerleri tutarı, 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın, işverene ayrıca ödettirilmektedir
Anılan Kanunun 10. maddesi ile işverenin kusursuz sorumluluğunun oluşabilmesi için, zararlandırıcı sigorta olayının, işe giriş bildirgesinin Kuruma veya iadeli-taahhütlü olarak postaya verilmesinden önce meydana gelmiş olması aranmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta; zararlandırıcı sigorta olayına uğrayan sigortalıya ait bildirgenin işe başlatılmadan önce Kuruma verilip verilmediğinin belirlenmesi önem taşımaktadır.
Bu noktada önemli olan yön, ispat yükünün davacı Kuruma mı, işverene mi ait olduğunun belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.
Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK m.6). Ancak iddialar karşısında kimin ispat yükü altında bulunduğunun tesbiti her zaman kolay olmamaktadır. Genel hükümler uyarınca ispat yükünün dağıtımında objektif iyiniyet kuralları da gözönünde tutulmalıdır.
Olumsuz olayların ispatındaki güçlük, çoğu zaman imkansızlık gözönüne alındığında, bildirgenin işe başlatılmadan verilmiş olduğunun ispatı, davacı Kurumu olumsuz bir olayın ispatına zorlamak olur ki, bu durumda objektif iyiniyet kuralları ile bağdaşmaz.
Çalıştırılan sigortalıları bildirme yükümlülüğü anılan Kanunun 9. maddesi ile işverene ait olup, bu yükümlülüğün Yasanın aradığı sürede yerine getirildiğinin ispatı da kendisine ait olacaktır.
Mahkemece, bu yön gözetilerek, 506 sayılı Yasanın 9 – 10 madde koşullarının oluşup oluşmadığı yönünde inceleme yaparak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
Kabule göre ise, dava dilekçesinde teselsül esasına göre davanın açılmış olduğu gözetilerek, kurum zararının davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesi gerekirken, kusurları oranında sorumlu tutulmaları isabetsizdir.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alınarak, yapılacak inceleme ve değerlendirme ile karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, temyiz eden davacı Kurum ve davalı şirketin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan….. iadesine, 23.01.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.