Yargıtay Kararı 10. Ceza Dairesi 2022/2628 E. 2022/5598 K. 26.04.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2022/2628
KARAR NO : 2022/5598
KARAR TARİHİ : 26.04.2022

İtiraz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı

Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Karar düzeltme isteğine ilişkin yazı ve dava dosyası incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
A) KONUNUN AÇIKLANMASI:
1- Bursa 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 07/12/2016 gün ve 2016/17 esas, 2016/387 sayılı kararı ile, sanıklar … ve … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan açılan davada, sanıkların TCK’nın 188/3, 31/3, 62. maddeleri gereğince ayrı ayrı 5’er yıl 6’şar ay 20’şer gün hapis cezasına ve 40 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına hükmedilmiştir.
2- Sanıklar müdafilerinin istinaf talepleri üzerine dosya İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesine gönderilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesi’nin talebi üzerine Bursa 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından sanıklara ve müdafilerine SEGBİS yolu ile duruşma yapılacağı, karar tarihinde yürürlükte olan CMK’nın 281/1 maddesi gereğince duruşmaya gelmedikleri takdirde taleplerinin reddedileceği belirtilerek duruşma günü tebliğ edilmiştir. Suça sürüklenen çocuklar ve müdafileri duruşma günü hazır bulunmadıkları için İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesi 08/03/2017 gün ve 2017/31 esas, 2017/439 sayılı kararı ile, usulüne uygun açıklamalı tebligata reğmen duruşmaya gelmeyen sanıklar müdafilerinin istinaf istemlerinin CMK’nın 281/1 maddesi gereğince reddine karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname ile kararın itirazı kabil kararlardan olduğu ve itiraz merciince incelenmesi gerektiğinden incelenmeksizin iade edilmesi talep edilmiştir.
3- Dairemiz tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda, 22/09/2021 gün ve 2021/13331 esas, 2021/9117 sayılı karar ile ”karar tarihinde yürürlükte bulunan CMK’nın 281 maddesi uyarınca duruşmaya gelmeyen sanıklar ve müdafilerinin istinaf isteminin reddine dair verilen karar usul ve yasaya uygun bulunduğundan yerinde görülmeyen temyiz istemlerinin CMK’nın 302/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE” karar verilmiştir.
B) İTİRAZ NEDENLERİ:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz yazısında; “İtiraza konu uyuşmazlık, açıklamalı tebliğe rağmen duruşmaya gelmeyen SSÇ’ler ve müdafileri hakkında istinaf başvurularının reddine dair kararın adil yargılanma ve savunma hakkının ihlali niteliğinde olup olmadığına ilişkindir.
Adil yargılanma hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 6’da düzenlenmiştir. AİHS madde 6, bireyin gerek medeni ve gerek cezai muhakemedeki haklarını belirlemektedir. Maddenin birinci bölümü hem ceza hem de hukuk (medeni) yargılaması için genel esasları bildirmektedir. Diğer paragraflar, yani ikinci ve üçuncü paragraflar ise, ağırlıklı olarak, yakalama anından başlayarak ceza hukukuna ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Adil yargılanma hakkı, taraflar arasında (hukuk davasında davacı ve davalı, ceza yargılamasında sanık ve iddia makamı) bir fark gözetilmeksizin, karşılıklı olarak iddia ve savunmanın eşit ölçülerde yapılabilmesi anlamına gelir. Hakkı düzenleyen 6.madde pek çok hak ve ilkeyi içeren genel bir madde olup, yargılamanın hakkaniyete uygun, adil bir biçimde yerine getirilmesini amaçlar. Adil yargılanma hakkı sözleşmenin 6. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir:
“1- Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafindan, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.
2- Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.
3- Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek,
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak,
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek,
d) lddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek,
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.”
AİHM’e göre bu hak demokratik toplumda son derece önemli bir yer tutmakta olup, Sözleşme’nin bu maddesinin dar bir yoruma tutulmasının hiçbir haklı gerekçesi olamaz. AİHS m. 6/1 geniş yorumlamayı gerektirmektedir. Zira bu demokratik ve adil toplum isteğinin bir sonucudur. Metinde, açık bir şekilde ifade edilen bu hakların yanı sıra bazı zımni güvenceler de yer almaktadır. Bu güvenceler, zamanla mahkeme yargıçları tarafından geliştirilmiş olup, Sözleşme’nin dondurulmuş , değişmez bir araç olmadığını aksine toplumun evrimine ayak uydurduğunu göstermektedir. Adil yargılanma hakkı askeri, özel veya idari ayrımı olmaksızın tüm mahkemelerdeki yargılamaları kapsar. Altıncı madde kapsamındaki
düzenlemelerin uygulama alanı sadece muhakeme süreci değildir. Bunun yanında yargılamaya hazırlık (önceki) ve hükmün uygulanması aşamasında (sonraki) da altıncı maddenin kapsamı dâhilindedir. Örneğin ceza yargılamasında polisin yakalama anından itibaren, altıncı madde kapsamında değerlendirilmeye tabidir. 6. maddede yer alan güvenceleri yerine getirmek için taraf devletler gerekli önlemleri, kendi takdir alanları içerisinde almak zorundadır. Ancak alınan önlemler mahkeme denetimine tabi olabilecektir. Sözleşme organlarının gerçekleştirdiği denetim işin esasına, kararın doğruluğu veya yanlışlığına yönelik olmayıp sözleşme açısından denetlenen şey, varılan sonuçtan ziyade yargılama sürecidir. Diğer bir deyişle adil bir karar verilebilmesi için gerekli koşulların sağlanıp sağlanmadığı, kişinin davasını savunması için uygun ve etkili imkânlar verilerek yargılama yapılıp yapılmadığı noktasındadır. Anayasanın 90. Maddesinde usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı hüküm altına alınmıştır. Tarafı olduğumuz AİIHS, bu kapsamda değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 36. Maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre hak arama özgürlüğünün en önemli iki ögesini oluşturan iddia ve savunma haklarını kısıtlayacak, bu hakların eksiksiz kullanımını engelleyecek ve adil yargılanmaya engel olacak yasa kurallarının Anayasanın 36. Maddesine aykırılık oluşturacağı açıktır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkıi kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yaralanılmasının ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir.
Ceza muhakamesi kapsamında bir suçlamayla karşı karşıya kalan şüpheli yada sanığın sahip olduğu en önemli hakların başında suçlamadan kurtulmasını sağlayacak olan savunma hakkına sahip olması gelir. Anayasanın 36. Maddesinde savunma hakkı güvence altına alınmakla birlikte anılan maddede belirtilen “meşru vasıta ve yollardan faydalanmak” ifadesi, bu kapsamda müdafi yardımından yaralanmayı da içermektedir. Böylece şüpheli veya sanık kendisini bizzat savunabileceği gibi seçilen ya da atanan bir müdafi yardımından da yaralanabilecektir. Suç isnadı ile karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın müdafi yardımından yaralanması savunma hakkının işlerlik kazanması bakımından önemlidir.
Her hukuk dalında kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alma ve toplum menfaatini koruma amacı vardır. Ceza muhakemesi hukukunun amacı, suçluları cezalandırmak suretiyle toplumun menfaatlerini korumak ve suçsuzların cezalandırılmasını önlemek suretiyle sanığın menfaatlerini garanti altına almaya çalışmaktır. Bu iki menfaati bağdaştırmak gerekir. Bu bağdaştırma neticesinde de maddi gerçeğe ulaşma amacı ortaya çıkmıştır. Kişilerin ve toplumun menfaatini korumak, maddi gerçeğe ulaşmakla mümkün olur. Ancak maddi gerçeğe ulaşılması amacı, mutlak değildir. Maddi gerçeğe ulaşılamamasına neden olsa bile korunması gereken yüksek menfaatler vardır. Gerçek hukuki yollara başvurularak ortaya çıkarılmalıdır. Bu nedenle günümüz ceza muhakamesi hukukunda, maddi gerçeğe ulaşılması, insan onuruna saygı gösterilmesi ve masumların cezalandırılması riskinin azaltılması hedeflerinin tamamına aynı anda ulaşılmaya çalışılması gerekir.
Maddi gerçeğe ulaşılabilmesinin önemli şartlarından birini de adil ve etkin bir şekilde yürütülen ceza kovuşturması oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında soruşturma ve kovuşturma evreleri bir bütün olup adil yargılanma hakkı, soruşturma evresinde olduğu gibi kovuşturma evresi yönünden de geçerlidir. Bu bağlamda savunma hakkının etkili kullanımı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, dolayısıyla etkin kovuşturma bakımından hayati derecede
önemlidir. Bu açıdan da savunma hakkının etkin şekilde kullanılmasına hizmet eden müdafi yardımından yararlanma hakkı maddi gerçeğe ulaşmak amacına hizmet eder. Başka bir ifade ile sanığın müdafi vasıtasıyla kovuşturma aşamasında kendini savunması, adil bir yargılamaya ve bu yargılama sonucunda verilecek hükmün maddi gerçekle örtüşmesine aracılık eder.
Kanun yoluna başvurma hakkı da hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı kapsamındadır. Kanun yolu, bir yargı yeri tarafından verilen ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülen bir kararın kural olarak başka bir yargı yeri tarafından incelenmesini sağlayan hukuki bir yoldur. Kanun yolunun amacı, yargı yerleri tarafından verilen kararların kural olarak başka bir yargı yeri tarafından denetlenmesine imkan tanımak suretiyle daha güvenceli bir yargı hizmeti sunmaktır. Adil yargılanma hakkının güvencelerinin kanun yolu başvurusu üzerine yapılacak yargılamalarda da korunması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de kanun yolu başvurusu sonucunda sanığın duruşmada bizzat hazır bulunması durumunda müdafinin de duruşmaya kabul edilmemesini ya da istinaf başvurusunun reddedilmesini adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir. Öte yandan kovuşturmanın etkinliğini oluşturan başlıca unsurlardan biri de kovuşturmanın mümkün olan en kısa sürede bitirilmesidir. Makul süreyi, davanın taraflarına ilave maliyetler yüklemeyen ve yargılama sonucunda hakkın mahkeme tarafından teslimini bile anlamsız hale sokmayacak bir süre olarak tanımlamak mümkündür. Altıncı maddede adaletin etkinliğini ve inandırıcılığını zedeleyebilecek gecikmeler olmaksızın sağlanmasının öneminin altı çizilir. Makul süre şartı ile kişinin medeni hukuka ilişkin olarak ya da itham edildiği suç nedeniyle içinde bulunduğu güvensiz durumun makul bir süre içinde ve adli bir karar yoluyla giderileceği teminat altına alınır.
Ceza davalarının makul bir süre içinde sonuçlandırılması, suçsuzluk karinesi, kişi özgürlüğü ve kendini savunma hakkıyla doğrudan ilişkilidir. AİHM her olay için geçerli sayılabilecek bir makul süre belirlememiştir. Makul süre somut olayın özelliklerine göre tespit edilmelidir. AİHM içtihatlarında da belirtildiği üzere makul sürenin başlangıcı, medeni haklarla ilgili davalarda, davanın yetkili yargı yerine götürüldüğü tarihtir. Ceza davalarında ise başlangıç tarihi suçlamanın isnad edildiği yani kişinin suçu işlediği şüphesi altında olduğu tarihtir. AİHM, Zimmermann ve Steiner/İsviçre davasında, dava süresinin makul olup olmadığının saptanmasında kullanılacak ölçütleri şu şekilde belirlenmiştir.
“6. Madde 1. Fıkra (madde 6-1) hükümlerinde belirtilen, davaların makul süre içinde görülmesi şartı her bir davanın özel koşullarına göre değerlendirilmesi gerekir. Mahkeme’nin göz önünde bulundurduğu hususlar arasında, davadaki olaylara veya hukuka ilişkin meselelerin karmaşıklığı, başvurucuların ve yetkili mercilerin davranışları ve başvurucular açısından başvurunun konusunun taşıdığı önem vardır, ayrıca, sadece Devletin neden olduğu gecikmeler davanın “makul bir süre içinde” görülmesi şartına uyulmaması sonucunu doğurabilir.
Anayasanın 141. maddesinin son fıkrasında “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların makul bir süre içindebitirilmesi gerekliliği açıkça ifade edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek etkin tedbirler almak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içerisinde bitirilmesini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve bu düzenlemelerde davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına yer verilmemesi, makul sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir. Ancak bu amaçla alınacak kanuni tedbirlerin yargılama sonucunda işin esasına yönelik adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması gerektiği de tartışmasızdır. Bu ilkelere uygun olmak kaydıyla yargılama yöntemini belirlemek ise Anayasanın 142. maddesi gereğince kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Hiç kuşkusuz bu
takdir yetkisinin Anayasada güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının özüne dokunmaması gerekir.
Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan çekirdek alanı ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamalar hakkın özüne dokunmaktadır. Savunma hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Kanun koyucunun, yargılamaların mümkün olan en kısa sürede bitirilmesi kapsamında istinaf yargılamasını hızlandıran çeşitli tedbirler öngörmesi takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak bu tedbirler adil yargılanma hakkının ve bu kapsamda savunma hakkının özüne dokunmamaîıdır. Bu nedenle adil yargılanmanın güvencelerinden olan müdafi yardımından yararlanma hakkını ortadan kaldıran ya da kullanılmasına imkân vermeyen usul kuralları şüphesiz ki adil yargılanma hakkının özüne dokunur.
Anayasa Mahkemesinin, 11/08/2017 gün ve 30151 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 14/06/2017 gün ve 2017/49 esas, 2017/113 sayılı karan ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 281. maddesinin 1 numaralı fıkrasının 2. cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilen CMK’nın 281. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesinde kanun koyucu, tutuksuz sanığa yapılacak çağrıda sanığın istinaf duruşmasına katılmadığı takdirde açtığı istinaf davasının reddedileceğinin ihtar edileceğini düzenlemiştir. Bu hüküm uyarınca davetiye tebliğine rağmen duruşmaya katılmayan tutuksuz sanığın istinaf başvurusunun reddine karar verilecektir. Bununla birlikte kural, istinaf duruşmasına katılmayan tutuksuz sanığın kendisini bir müdafi vasıtasıyla temsil ettirmesi hâline de özel bir düzenleme öngörmemiştir. Başka bir ifade ile istinaf duruşmasına katılmayan sanık, kendisini bir müdafi aracılığıyla o duruşmada temsil ettirse dahi kural gereği istinaf başvurusu reddedilecektir. Bu sonuç da sanığın savunma hakkı kapsamında müdafi yardımından yararlanma hakkını zedelemektedir. İptal edilen düzenlemeyle kanun koyucunun ceza muhakemesinin temel amacı olan maddi gerçeğe ulaşma amacı karşısında istinaf yargılamasının hızlandırılması amacına öncelik verdiği anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda ifade edildiği üzere bu konudaki tercihin; kişilerin savunma hakkını, bu çerçevede müdafi yardımından yararlanma hakkını kullanılamaz hâle getirmemesi gerekir. Tutuksuz sanığın müdafi yardımından yararlanma hakkını yitirmesine neden olan iptal edilen düzenleme bu yönüyle adil yargılanma hakkıyla bağdaşmamaktadır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine 05/08/2017 tarih ve 30145 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 7035 sayılı Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 16. maddesi uyarınca 5271 sayılı CMK’nın 281. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu suretle, Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen iptal karan doğrultusunda, Anayasa’nın 90. maddesi ile AİHS’nin adil yargılanmayı düzenleyen 6. maddesine aykırı olarak tutuksuz olan suça sürüklenen çocuklara yapılan çağrı sonrası kendi başvuruları üzerine açılan davanın duruşmasına gelmedikleri gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı, savunma hakkı ve ceza hukukunun temel amacı olan maddi gerçeğe ulaşılması amacı ile bağdaşmadığından suça sürüklenen çocuklar lehine CMK’un 308. maddesi uyarınca itiraz yoluna başvurulmuştur.” denilerek Dairemizin 2021/13331 esas- 2021/9117 karar sayılı ilamında karar düzeltme istenmiştir.
C) İTİRAZIN VE KONUNUN İRDELENMESİ:
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin 08.03.2017 tarihli kararı ile sanıklar adına çıkarılan CMK’nın 281/1-2. cümlesindeki meşruhatı içerir tebligata rağmen
kendi başvuruları üzerine açılan davanın duruşmasına gelmediklerinden, CMK.’nın 281/1. ve 280/2. maddesi uyarınca istinaf istemlerinin reddine karar verildiği ancak Anayasa Mahkemesinin, 14.06.2017 gün ve 2017/49 esas ve 2017/113 sayılı kararı ile istinaf kanun yoluna başvuran tutuksuz sanığın, açılacak davanın duruşmasına gelmemesi halinde davasının reddedileceğine ilişkin 5271 sayılı CMK’nın 281. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesini iptal etmesi ve hükümden sonra 05/08/2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 281/1. fıkrasında yer alan “meşruhatlı çağrıya rağmen kendi başvurusu üzerine açılan duruşmaya gelmeyen sanığın davasının reddine karar verilir” hükmünün yürürlükten kaldırılması karşısında; usul ve Yasasa ilişkin inceleme yapılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle sanıklar hakkındaki itirazın kabulüne karar vermek gerekmiştir.
D) KARAR: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne,
2- Dairemizin 22.09.2021 tarihli 2021/13331 esas- 2021/9117 karar sayılı ESASTAN RED KARARININ KALDIRILMASINA,
3- Sanıklar hakkındaki hükümlerin incelenmesi:
Anayasa Mahkemesinin, 14.06.2017 gün ve 2017/49 esas-2017/113 sayılı kararı ile istinaf kanun yoluna başvuran tutuksuz sanığın, açılacak davanın duruşmasına gelmemesi halinde davasının reddedileceğine ilişkin 5271 sayılı CMK’nın 281. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesini iptal etmesi ve hükümden sonra 05/08/2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 281/1. fıkrasında yer alan “meşruhatlı çağrıya rağmen kendi başvurusu üzerine açılan duruşmaya gelmeyen sanığın davasının reddine karar verilir” hükmünün yürürlükten kaldırılması karşısında; sanıklar müdafilerinin istinaf talebinin tekrar değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeksizin hükümlerin BOZULMASINA,
28/02/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7165 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile değişik CMK’nın 304/1. fıkrası uyarınca dosyanın İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesine gönderilmesine, 26.04.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.