Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2022/8334 E. 2023/114 K. 12.01.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2022/8334
KARAR NO : 2023/114
KARAR TARİHİ : 12.01.2023

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
HÜKÜM/KARAR : Kabul

Taraflar arasında görülen tescil davası sonunda, Mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, süresi içerisinde davalı Hazine vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz edilmiş olmakla, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı … dava dilekçesinde özetle; hudutları dava dilekçesinde belirtilen taşınmaz bölümünün kadastro tespiti sırasında taşlık ve çalılık olduğundan bahisle tescil harici bırakıldığını, bu taşınmazı imar-ihya ederek tarıma elverişli hale getirdiğini, taşınmaza 2 katlı ev yaptırdığını, kalan kısmında ise tarım yaptığını, taşınmazda lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluştuğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazın adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP
1. Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğunu, taşınmaz taşlık ve çalılık olduğu gerekçesiyle tescil harici bırakıldığından bu taşınmazın zilyetlikle iktisap edilebilmesi için taşınmazda davacı taraf lehine 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14 ve 17. maddesinde düzenlenen koşulların oluşması gerektiğini, Mahkemece bu hususta yapılacak araştırma ve inceleme sonunda davanın reddi ile taşınmazın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 713/6. maddesi uyarınca Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
2. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmaz devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğundan özel mülkiyete konu olamayacağını, Mahkemece dava konusu taşınmazda davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşup oluşmadığı hususunda araştırma ve inceleme yapılması ve sonucu itibariyle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
3. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmazın taşlık ve çalılık yerlerden olduğunu, Mahkemece dava konusu taşınmazda davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşup oluşmadığı hususunda araştırma ve inceleme yapılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

III. MAHKEME KARARI
Anamur 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.06.2016 Tarihli, 2014/385 Esas, 2016/220 Karar sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazın, hükme esas alınan teknik bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen yer olduğu, mahallinde yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve davacı tanıklarının beyanları ile bilirkişilerden aldırılan raporlara göre, taşınmazın evveli itibariyle özel mülkiyete konu olabilecek yerlerden olduğu, davacı tarafından 20-25 yıl önce imar-ihya edildiği ve dava tarihine kadar malik sıfatıyla nizasız ve fasılasız şekilde zilyet edildiği, taşınmazda davacı lehine 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14 ve 17. maddesinde düzenlenen koşulların gerçekleştiği gerekçesiyle;
Davanın kabulüne, dosya arasında bulunan 11.02.2016 havale tarihli teknik bilirkişi raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen 6.649,38 metrekarelik taşınmaz bölümünün, davacı … adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ
A.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkeme kararına karşı süresi içerisinde davalı Hazine vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

B. Bozma Kararı
Karar, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 25.06.2020 Tarihli, 2016/17562 Esas, 2020/2225 Karar sayılı kararıyla; “Davanın, TMK’nın 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. ve 17. maddelerine dayalı, tapusuz taşınmazın tescili isteğine ilişkin olduğu, TMK’nın 713/4 ve 5. fıkraları gereğince, keşif sonucu elde edilen bilirkişinin rapor ve krokisine göre gerekli yerel ve gazete ilanlarının yöntemine uygun bir biçimde yapılması, ilanın yapıldığı gazete ile ilan tutanaklarının dosya arasına konulması ve yasal 3 aylık sürenin dolmasının beklenilmesi gerektiği, eldeki davada mahkemece yasal ilanların yaptırılmadığı, hal böyle olunca; Mahkemece, öncelikle TMK’nın 713/4 ve 5. maddeleri uyarınca yöntemine uygun şekilde yasal ilanların yaptırılması ve bundan sonra tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi” gereğine değinilmek suretiyle sair yönler incelenmeksizin bozulmuştur.
C. Mahkemece Bozma Kararına Uyularak Verilen Temyize Konu Karar
Anamur 2. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, Mahkemenin 16.11.2021 Tarihli, 2020/285 Esas, 2021/565 Karar sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazın, hükme esas alınan teknik bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen yer olduğu, mahallinde yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve davacı tanıklarının beyanları ile bilirkişilerden aldırılan raporlara göre, taşınmazın evveli itibariyle özel mülkiyete konu olabilecek yerlerden olduğu, davacı tarafından 20-25 yıl önce imar-ihya edildiği ve dava tarihine kadar malik sıfatıyla nizasız ve fasılasız şekilde zilyet edildiği, hükmüne uyulan bozma kararı uyarınca gerekli yasal ilanların da yaptırıldığı, tüm dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmazda davacı lehine 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14 ve 17. maddesinde düzenlenen koşulların gerçekleştiği gerekçesiyle,
Davanın kabulüne, dosya arasında bulunan 11.02.2016 havale tarihli teknik bilirkişi raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen 6.649,38 metrekarelik taşınmaz bölümünün tarla vasfıyla davacı … adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

D. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkeme kararına karşı süresi içerisinde davalı Hazine vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

E. Temyiz Nedenleri
1. Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle; Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmak için yeterli olmadığını, bozma sonrası teknik bilirkişi, ziraat, orman ve inşaat mühendisi bilirkişi kurulundan aldırılan rapora ekli uydu fotoğraflarından, dava konusu taşınmazın güney bölümünün kullanılmadığının görüldüğünü, bir taşınmaz üzerine bina yapmanın imar-ihya işlemi olarak değerlendirilemeyeceğini, taşınmaz üzerinde bulunan ağaçlardan sadece 3 tanesinin 20 yaşından büyük olduğunu, bilirkişi kurulu raporu ile taşınmazı gösteren … fotoğraflarının çelişkili olduğunu belirterek, kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

2. Davalı … vekili temyiz dilekçesinde özetle; Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmak için yeterli olmadığını, bozma sonrası teknik bilirkişi, ziraat, orman ve inşaat mühendisi bilirkişi kurulundan aldırılan rapora ekli uydu fotoğraflarından, dava konusu taşınmazın güney bölümünün kullanılmadığının görüldüğünü, taşınmaz üzerinde bulunan ağaçların yaşının genç olduğunu, taşınmaz üzerine ev inşa etmenin imar-ihya faaliyetlerinde sayılamayacağını belirterek, kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

F. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
1977 yılında Mersin ili, Anamur ilçesi, Güneybahşiş köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında, dava konusu taşınmaz 766 sayılı Yasa’nın 2. maddesi uyarınca tescil harici bırakılmıştır.
Dava; Türk Medeni Kanunu’nun 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. ve 17. maddelerine dayalı olarak açılan tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk
1. TMK’nın 713/1. maddesi; “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.”

2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesi; “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”

3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi; “Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde Hazine adına tespit edilir.
İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.” hükümlerini içermektedir.

3. Değerlendirme
Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve delillerin takdirinin yerinde bulunmasına göre, Mahkemece yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı Hazine vekili ile davalı … vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA,

Aşağıda yazılı 10.219,92 TL. bakiye onama harcının temyiz eden davalı …’ndan alınmasına,

492 sayılı Harçlar Kanunu’nun değişik 13. maddesinin j. bendi gereğince davalı Hazineden harç alınmasına yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

12.01.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
– MUHALEFET ŞERHİ –

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1.maddesi gereğince açılmış zilyetliğe dayalı tescil davasıdır.

Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir. Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, re’sen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle çözümlenmesi gereken husus, temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur.

Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında mülkiyet ve miras hakları güvence altına alınmış, ikinci fıkrasında ise “Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceğine vurgu yapılmıştır.

Anayasa’nın 36. maddesinde de “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile … yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim … anayasal koruma altına alınmıştır.

Anayasa’nın 13. maddesinin birinci cümlesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” denilmiştir.

Buna göre diğer şartlar bulunsa bile temel hak ve hürriyetlere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Bir başka ifadeyle kanun dışındaki bir norm veya yargı içtihadıyla temel hak ve özgürlüklere sınırlama getirilmesi mümkün değildir.

Öte yandan yargı harçları 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş ve kamu düzeninden olması nedeniyle harca ilişkin hükümlerin re’sen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hususların resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağı hususu ise -yargılama giderleri, yargılama usulüne ilişkin bir konu olduğundan- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 323. maddesinde harçlar yargılama giderlerinden sayılırken, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denilmek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağı tereddüde yer vermeyecek şekilde hüküm altına alınmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise şöyledir:
“Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”

Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.

Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.

Bilindiği üzere Hazine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı … ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının harçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcının mutlak bir şekilde alınması gerekip gerekmeyeceği ve alınacaksa kimden alınacağı sorularının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.

Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Yargıtay uzun yıllara sari içtihadında tescil davalarında yargılama giderlerini davasında haklı çıkmasına rağmen davacı üzerinde bırakmış, bu çerçevede yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilememiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir Kanun’un sözüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa 4721 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denildiğine ve bu hususta Kanun’da bir boşluk veya tescil davaları yönünden bir istisnaya yer verilmediğine göre bu hususta yargı içtihadıyla Kanun’un açık hükmüne aykırı bir uygulama yapılması mümkün değildir. 1

Öte yandan yukarıda da belirtildiği üzere temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Davasından haklı çıkan kişiden yargı harcı alınmasının gerek mülkiyet gerek ise mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama niteliği taşıdığı açıktır. Sayın çoğunluğun görüşü kabul edildiğinde anılan

1 Tescil davasını kaybeden Hazineden kanuni hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin alınmamasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin aynı yöndeki görüş için bkz. Kuru, Baki (2001) Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, 6. Baskı, Ankara, s. 5339.

haklara kanunla değil yargı içtihadıyla sınırlama getirilmiş olmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olarak mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarına sınırlama getirilmesine neden olmaktadır.

Tartışılması gereken bir başka husus da “yasal hasım” meselesidir. Özellikle yasal hasımın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya bir üstünlük sağlayıp sağlamadığının ele alınması gerekir. Bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, davanın kanun yoluna taşınabilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilebilmektedir. Ne var ki böyle de olsa bir davada Hazine veya diğer kamu kurum ve kuruluşları davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hukuk devleti ilkesi gereğince kural olarak davanın tarafları arasında haklı bir neden olmaksızın bir ayrıcalık yaratılamaz. Sayın çoğunluk davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması gerektiğini değerlendirirken, davanın reddi halinde davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmedilmesi gerektiğini kabul etmektedirler.

4721 sayılı Kanun’un 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmektedir. Tapu iptal- tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.

Yine sayın çoğunluğun adeta “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturduğu anlaşılmaktadır ki bu görüşe katılmak mümkün değildir. Eğer mahkeme davacının davasını kazanma yönündeki hukuki koşulların oluşmadığını düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak Kanun’un açık hükmüyle çelişmektedir.

Açıklanan nedenlerle davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Belediyenin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının da doğru olmaması ve bu yanlışlığın düzeltilmesinin yeniden yargılama yapılmasını gerektirmemesi nedeniyle, İlk Derece Mahkemesinin kararının hüküm fıkrasından, harcın davacıdan alınmasına ilişkin kısmın çıkarılarak yerine, “…davalı Hazine harçtan muaf olduğundan davacının yatırdığı peşin harcın kendisine iadesine” cümlesi yazılmak suretiyle hükmün düzeltilerek onanması düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyoruz.