YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2022/2354
KARAR NO : 2022/6571
KARAR TARİHİ : 10.10.2022
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tapu iptali ve terkin davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin karar, süresi içinde davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı adına kayıtlı 1410 parsel sayılı taşınmazın 1.136,23 metrekare ve 1413 parsel sayılı taşınmazın 5.053,95 metrekare yüzölçümlü kısımlarının idarece belirlenen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek, 3621 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca bu kısımların tapu kayıtlarının iptali ile terkinini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen hak düşürücü sürenin geçtiğini, 14/03/2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Yasa ile Kadastro Kanunu’na eklenen cümleye göre bu hükmün iddia ve taşınmazın niteliğine, yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanacağını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. MAHKEME KARARI
Mahkemenin 19/11/2013 tarihli ve 2011/175 E., 2013/916 K. sayılı kararıyla; kişinin tapuya dayalı hakkının korunması gerektiği, Devletin verdiği tapunun iptalini hiçbir karşılık ödemeksizin istemesinin mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı, nitekim AİHM kararlarında da kıyıların ya da ormanların korunması amacıyla ortaya çıkan bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceğinin belirtildiği, bu itibarla davalı tarafa hiçbir bedel ödemeksizin mülkiyet hakkına müdahale edecek seviyede iş bu davayı açmakta davacı tarafın hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Temyiz nedenleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; davalı tarafça sunulan AİHM kararlarının tazminat davalarına ilişkin olduğunu, davacı talebinin Kıyı Kanunu’nun 5. maddesine dayandığını, kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağını belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, 3621 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca açılan tapu iptal ve terkin istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
3.2.1. T.C. Anayasası’nın ”Kıyılardan Yararlanma” başlıklı 43. maddesinde; ”Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.”
3.2.2. 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 5. maddesinde; ”Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir: Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır, Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur. Kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgelerde talep vukuunda, talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur. Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir. Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar, ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere düzenlenebilir. Sahil şeritlerinin derinliği, 4. maddede belirtilen mesafeden az olmamak üzere, sahil şeridindeki ve sahil şeridi gerisindeki kullanımlar ve doğal eşikler de dikkate alınarak belirlenir. Taşıt yolları, sahil şeridinin kara yönünde yapı yaklaşma sınırı gerisinde kalan alanda düzenlenebilir. Sahil şeridinde yapılacak yapıların kullanım amacına bağlı olarak yapım koşulları yönetmelikte belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir.
3.2.3. 28.11.1997 tarihli ve 1996/5 E., 1997/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğu; ancak, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idari yargı tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine işaret edilmiştir.
3.2.4. Kural olarak davacı sıfatı hakkın malikine, davalı sıfatı ise o hakka uymakla yükümlü olan kişiye ait olup davada husumet maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Tapu iptali ve tescil davalarında husumetin tapu kayıt malikine yöneltilmesi zorunludur. Husumet konusu, kamu düzenine ilişkin olup davanın her safhasında ileri sürülebilir ve mahkemece de re’sen dikkate alınır.
3.2.5. Vakıfların hukuki durumunun belirlenmesi amacıyla 05.06.1935 tarihinde kabul edilen, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun, Vakıfların idari uzuvları ve kontrol merciilerini düzenleyen 1. maddesinde, Medeni Yasa’nın yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce mevcut vakıflardan, “daha önce zapt edilmiş, idaresi zapt edilmiş mütevelliliği bir makama şart edilmiş, mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş ve kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar” mazbut vakıflar olarak tanımlanmış, bu tür vakıfların idaresinin Vakıflar Umum Müdürlüğüne bırakıldığı, aynı Yasa’nın 1. maddesinin 2. fıkrasında da “cemaatlerce idare olunan vakıfların mütevellileri tarafından yönetileceği ve bu vakıflara da “mülhak vakıf” denileceği belirtilmiştir. Yine 5737 sayılı Kanun’un 6. maddesinde mazbut vakıfların, Genel Müdürlük tarafından yönetileceği ve temsil edileceği düzenlenmiştir.
3.3. Değerlendirme
3.3.1. Dosyanın incelenmesinde; davaya konu taşınmazların geldileri olan 44 ve 45 parsel sayılı taşınmazların 04/05/1962 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında Mart 1943 tarihli ve 17 sıra numaralı tapu kaydı kapsamında olduğu gerekçesiyle tapuda hissesi bulunan 28 vakfın mazbatalarına izafeten Vakıflar Umum Müdürlüğü adına tespit edildiği, tespite yapılan itirazlar üzerine tespitin her iki taşınmaz için aynı şekilde 28/07/1967 ve 30/11/1966 tarihlerinde kesinleştiği, anılan kök taşınmazların bilahare ifrazı ile 1408 ila 1413 parsel sayılı taşınmazların oluştuğu, güncel tapu kayıtlarına göre davaya konu 1413 parsel sayılı taşınmazın 28 farklı vakıf adına, 1410 parsel sayılı taşınmazın ise NRT-ARK Turizm A.Ş. ve müşterekleri adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
3.3.2. Somut olayda, davanın yalnızca Vakıflar Genel Müdürlüğüne yöneltildiği görülmekle, Mahkemece öncelikle tarafların eldeki davada husumetinin bulunup bulunmadığının üzerinde durulması, 1413 parsel sayılı taşınmazda tapu maliki olarak görünen vakıfların niteliği araştırılarak mazbut vakıf olup olmadıklarının belirlenmesi, davada husumetin doğru yöneltilip yöneltilmediğinin bu şekilde değerlendirilmesi, öte yandan 1410 parsel sayılı taşınmazın tapu malikinin vakıf olmadığı hususunun da karar verilirken dikkate alınması gerekmektedir.
3.3.3. Davacının esas hakkındaki temyiz itirazlarına gelince; yukarıda Kıyı Kanunu’na ilişkin olarak yapılan açıklamalar ve TMK’nın 999. maddesine göre; özel mülkiyete tâbi olmayan ve kamunun yararlanmasına ayrılan taşınmazların, bunlara ilişkin tescili gerekli bir aynî hakkın kurulması söz konusu olmadıkça kütüğe kaydolunmayacağı, tapuya kayıtlı bir taşınmazın kayda tâbi olmayan bir taşınmaza dönüşmesi halinde tapu sicilinden çıkarılacağı açıktır. Dava dilekçesindeki anlatımdan davacı talebinin dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısmının terkinine ilişkin olduğu anlaşıldığına göre; uyuşmazlığın bu niteliği ve kapsamına göre Mahkemece yöntemince kıyı-kenar çizgisinin belirlenmesi ve zemine uygulanması gerekir. Bu doğrultuda, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde idarece oluşturulmuş kıyı kenar çizgisinin bulunup bulunmadığı Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden sorularak belirlendikten sonra, varsa idarece oluşturulmuş ve kesinleşmiş kıyı kenar çizgisine ilişkin karar ve dayanağı olan belgeleri ile kroki ve haritasının birlikte getirtilip dosya arasına konulması, mahallinde yerel ve teknik bilirkişi ile harita mühendisi aracılığıyla yapılacak keşifte araziye uygulanması, çekişme konusu taşınmazın yeri belirlenip harita üzerine işaretletilmesi, oluşturulan harita 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilen ilkeye göre ilgililerine tebliğ edilerek kesinleştirilmemiş ve davalının itirazına uğramışsa; adli yargı mahkemesince, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 4.maddesindeki tanımlamalar dikkate alınarak, aynı Kanu’nun 5 ve 9. maddeleri ile 13.03.1972 tarihli ve 7/4 sayılı, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları göz önünde tutularak, Kanun’un 9/2 maddesinde belirtilen bilirkişi kurulu aracılığıyla keşif yapılarak açıklanan kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisi oluşturulması, bu sırada idarece yapılan tespitlerden de takdiri delil olarak yararlanılması gerekmektedir.
3.3.4. Hemen belirtmek gerekir ki; mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek 1 no.lu protokol 1. madde ile kabul edilmiş temel haklardandır. Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir. Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasası’nın 90/5. maddesi ile iç hukuk normu sayılan AİHS hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarihli 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; “bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin, kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği, bu önlem başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği, kişinin kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı” açıktır. Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
3.3.5. Bu bağlamda, Anayasa’nın 40. maddesinin 3. fıkrasında “kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir.” hükmüne yer verilmiş, keza Anayasa’nın 129. maddesinin 5. fıkrasında “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği” açıklanmıştır. TMK’nın 1007. maddesinde düzenlenen kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Zira, sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir.
3.3.6. O halde somut olayda davanın konusu, 1413 ve 1410 parsel sayılı taşınmazların kıyı kenar çizgisi kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi ile sınırlı olup, davalı tarafa bu nedenle tazminat ödenip ödenmediği hususunun başka bir uyuşmazlığın konusu olabileceği, salt bu hususun yukarıda yer verilen hukuki düzenlemeler doğrultusunda Kıyı Kanunu uyarınca terkine yönelik kabul hükmü kurulmasına engel olmadığı gözetilerek, Mahkemece usulüne uygun inceleme yapılarak davaya konu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içerisinde kalıp kalmadığı değerlendirilmek suretiyle hüküm kurulması gerekirken hatalı gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsizdir.
V. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün 6100 sayılı Yasa’nın geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/10/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.