YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/4606
KARAR NO : 2021/6357
KARAR TARİHİ : 02.11.2021
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 6. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince esastan reddedilerek verilen karar, davacı … tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Dava konusu Vize İlçesi çalışma alanında bulunan 138 ada 24 parsel sayılı taşınmaz kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle … adına tespit ve tescil edilmiş, bilahare 22.01.2015 tarihinde davalı …’e satılmak suretiyle tapuya tescil edilmiştir.
Davacı …, çekişmeli 138 ada 24 parsel sayılı taşınmazı 50 yılı aşkın bir zamandır kendisinin kullandığını, kadastro tespitinin yanlış olarak davalı adına yapılarak kesinleştiğini iddia ederek tapu kaydının iptali ile adına tescil istemiyle dava açmışlardır.
Davalı …, çekişmeli taşınmazı iyi niyetli olarak tapu kaydına dayalı satın aldığını, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davacının taşınmazı satın alan iyi niyetli 3. Kişi olduğunu, davacı tarafından davalının kötü niyetli olduğu ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiş, söz konusu karar davacı … tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Davacı taraf, zilyetlikle mülk edinme koşullarının lehine oluştuğunu ileri sürmüş, davalı taraf ise çekişmeli taşınmazı …’den satın aldığını savunmuştur. Mahalli bilirkişi ve taraf tanıklarının anlatımlarından, çekişmeli taşınmazın kadastro tespiti öncesi ve halen davacının kullanımında olduğu, çekişmeli taşınmazın …’e ait olmadığı, bu kişi tarafından kullanılmadığı, satın alan davalı …’in de taşınmazı kullanmadığı, zilyetliğin davacıda olduğu ve davacı lehine kadastro tespiti öncesinde zilyetlik koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Ne var ki mahkemece davalı …’in tapu sicilinde malik gözüken kişiden, tapu siciline güvenerek dava konusu taşınmazı satın alan kişi konumunda olduğu, davalının iyi niyetli kişi olarak taşınmazın maliki olacağı kanaatine varılarak davanın reddine karar verilmiştir. TMK’nın 1023. maddesinde “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” aynı Yasa’nın 1024/1. maddesinde ise, “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” hükmü yer almaktadır. Son kayıt maliki davalı … …, dava konusu taşınmazı ediniminde kötü niyetli olup olmadığı yönünde mahkemece herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabii olmadığı, “Tapuda kayıtlı bulunan bir taşınmaz malı iktisap eden kimseye karşı Medeni Kanun’un 1024. maddesinde öngörülen iyi niyet kurallarına aykırılık nedeniyle açılan tapu iptal davalarında, dava açma iradesinin iktisabın kötü niyete dayalı olduğu iddiasını da taşıdığı, kaldı ki, buradaki kötü niyet iddiasının hukuki mahiyeti itibariyle itiraz niteliğinde bulunduğu ve bu nedenle de yargılama sona erinceye kadar iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmadan her zaman ileri sürülebileceği” ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 Esas, l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, aynı kararın gerekçesinde de kötü niyetin mahkemece re’sen nazara alınacağı benimsenmiştir.
Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazın son kayıt maliki davalı … …, aynı köyde yaşamaları nedeniyle çekişmeli taşınmazın davacı tarafından kullanıldığını, satış yapan … tarafından kullanılmadığı ve bu kişiye ait olmadığını bilebilecek durumda olması, kaldı ki satın alma öncesi ve sonrasında taşınmazın halen davacının zilyetliğinde bulunması, satın alan …’in taşınmaza hiç zilyet olmaması nedeniyle TMK’nın 1023. maddesinden yararlanması mümkün olmayacağından, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken dosya kapsamı ile örtüşmeyen gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olup, davacının temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 373/1. maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK’nin 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın ve kararı veren Vize Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, alınan peşin harcın istek halinde iadesine, 02/11/2021 tarihinde kesin olmak üzere oyçokluğu ile karar verildi.
(Muhalif)
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptal-tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı yasanın 448. Maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “ Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı yasanın 53. Maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 dir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. Maddesi ise “ Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesi ise “ miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” Demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın Temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. Maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri ise bilindiği üzere 20.07 2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07. 2016 ile Kadastro Yasasının ek 6. Maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07. 2020 tarihi arasında hüküm altına alınan ve miktar itibariyle verildiği anda yasa yolu kapalı olan uyuşmazlıklar açısından ek 6. Maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. Maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı yasada temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı yasanın ek 6. Maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de bulunmamaktadır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe yoktur. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448.maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. Maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın, lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. Baki Kuru “ Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir.
Somut uyuşmazlığa gelince, keşfen belirlenen dava konusu taşınmaz değerinin (13.823TL) karar tarihi itibariyle temyiz kesinlik sınırının (58.800TL) altında kaldığı anlaşılmaktadır. Esasen bu nedenle Bölge adliye mahkemesi tarafından temyiz dilekçesinin değerden reddi yönünde ek karar verilmesi gerekir ise de, 01.06.1990 gün ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay tarafından da bir karar verilebilir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından temyiz dilekçesinin değerden REDDİNE, karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek temyiz incelemesi yapılmasının doğru olmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.