Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2021/4373 E. 2022/2541 K. 29.03.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/4373
KARAR NO : 2022/2541
KARAR TARİHİ : 29.03.2022

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TESCİL

Taraflar arasında İlk Derece Mahkemesinde görülen tescil davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına dair verilen karara, İlk Derece Mahkemesince uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne ilişkin karar, süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili 03/02/2014 havale tarihli dava dilekçesinde; Sinop ili, Boyabat ilçesi, Edil köyü tapulama hudutlarında bulunan doğusu yol-tepe, batısı 768 parsel-yol, kuzeyi arazi yolu, güneyi arazi yolu ile çevrili bulunan tahmini 8,5-9 dönüm taşınmazın 20 yıldan fazla bir süreden beri müvekkilinin zilyetliğinde bulunduğunu ileri sürerek taşınmazın müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazın 1966 yılında yapılan kadastro çalışmalarında kadastro harici tepe olarak bırakıldığını, davacının 768 parsel sayılı taşınmazı ise 1966 yılındaki tapulama sırasında zilyetlikten iktisap ettiğini, davacı dava konusu yeri 1966 yılından sonra tepelik ve ağaçlık alandan yeni bir arazi oluşturmak suretiyle kazandığını, tapulama veya kadastro çalışmaları sırasında tespit dışı bırakılan gerçek ve … kişilere ait taşınmazların tapuda kaydı bulunmasa dahi kadastroya tabi tutulma imkanının ortadan kaldırıldığını, bu yerlerden kamu kurum ve kuruluşlarına ait olanların ise, doğrudan tapuya tesciline imkan sağlandığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Mahkemece, komşu taşınmazların tespit tutanakları ve dayanakları kayıtlar Tapu Müdürlüğünden getirildiği, daha sonra yöreyi iyi bilen elverdiğince yaşlı, yansız, bir mahalli bilirkişi, tanıklar ve uzman bilirkişiler eşliğinde keşif yapıldığı, uzman bilirkişiye dava konusu taşınmazın komşularını da gösterecek şekilde krokide ayrı ayrı işaret ettirildiği, uygulamaya ilişkin mahalli bilirkişi ve tanık sözleri, dıştan komşu taşınmazların tespit tutanağı içeriği ve dayanakları kayıtlarla denetlendiği, uzman bilirkişiden keşfi izlemeye, bilirkişi sözlerini denetlemeye imkan verecek şekilde ayrıntılı, gerekçeli rapor alındığı, tüm bu yapılan araştırma ve inceleme sonucunda davacının imar-ihya yolu ile senetsizden iktisap koşullarını sağladığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
V. Yargıtay Bozma ilamı
Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesi’nin 31/05/2018 tarihli ve 2018/922 E., 2018/3671 K. sayılı bozma ilamında “ Davacı tarafa dayandığı zilyetlik olgusunun babasından intikalen gelen eklemeli zilyetlik olup olmadığı, babasından gelen zilyetliğe dayanılıyorsa kendi adına tescil istemi ile dava açıldığı dikkate alınarak ne sebeple (taksim, bağış, satış vs.) kendi adına tescil istediği açıklattırılması, davacının aktif dava ehliyeti üzerinde durulması, dava tarihi olan 2014 yılından 15-20-25 yıl öncesine ait dava konusu taşınmazın bulunduğu yere ilişkin stereoskopik hava fotoğrafları Harita Genel Komutanlığından tarihleri açıkça yazılmak suretiyle istenilerek dosya arasına konulmalı, dosya bu şekilde ikmal edilerek, taşınmaz başında 3 kişilik ziraat mühendisi ile fen, jeodezi veya fotogrametri uzmanı harita mühendisinden oluşacak bilirkişi heyetleri, yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişiler ve taraf tanıkları eşliğinde yeniden keşif yapılması” çekişmeli taşınmazın niteliği, kullanım durumu, zilyetlik süresinin belirlenmesi, teknik bilirkişilerden alanlarında keşfi izlemeye ve denetlemeye yeterli rapor alınması, davacı yararına zilyetlikle edinme koşullarının oluşup oluşmadığının kesin olarak belirlenmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması” gereğine değinilmiştir.
VI. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
26/12/2019 tarihli ve 2018/798 E., 2019/869 K. sayılı kararıyla, hava fotoğrafları ile yapılan incelemede 1990 yılından önce imar ve ihyanın tamamlandığı, üç kişilik ziraat bilirkişi heyetinden alınan rapora göre de taşınmaz üzerinde en az 30 yıl önce imar ve ihyanın tamamlandığı ve o tarihten itibaren tarım yapılarak kullanıldığı ve çevredeki diğer tarım arazileri ile benzer özellikler gösterdiği, mahallinde dinlenen mahalli bilirkişiler ve tanık tarafından davacının babasının ölümünden sonra taşınmazı davacının kullandığı beyan edilmiş olup; davacı murisinin diğer mirasçılarından … tarafından sunulan dilekçede de taşınmazı yapılan taksimle davacıya bıraktıkları belirtilmiş olup davacının mirasçılar arasında yapılan taksim gereği babasından devam eden zilyetlik süresi ile birlikte yasal zilyetlik süresini sağladığı ve bu şekilde aktif dava ehliyetinin bulunduğu, davacı lehine TMK m.713, KK m.14 ve KK m.17’deki tüm olumlu ve olumsuz koşulların sağlandığı ve dava konusu edilen taşınmazın davacı adına tescil edilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulü ile (A) harfi ile gösterilen taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
VII. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine temsilcisi temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Temyiz nedenleri
Davalı Hazine temsilcisi temyiz dilekçesinde özetle, davacıların olağanüstü zamanaşımı ile kazanım şartlarını sağlamadığını öne sürerek, kararın bozulmasını talep etmiştir.
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, 1966 yılında yapılan kadastro sırasında “tepelik” olarak tescil harici bırakılan taşınmazın davacı adına tescili isteğinden ibarettir.
3.2. İlgili Hukuk
3.2.1. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi, ‘’Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. ‘’
3.2.2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi, ‘’ Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir. ‘’
3.2.3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. Maddesi, ‘’– Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.’’ hükümlerini içermektedir.
3.3. Değerlendirme
3.3.1. Çekişmeli taşınmazın yörede 1966 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında “tepelik” olarak tescil harici bırakıldığı, davacının zilyetlik hukuki nedenine dayalı olarak tapuya tescil isteğinde buluduğu anlaşılmıştır.
3.3.2. Dosya içeriğine, toplanan delillere, bozma kararı gereğince işlem yapılmış olmasına ve (VI.) no.lu paragrafta yer verilen İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesine göre yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
VIII. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; davalı Hazine’nin yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun değişik 13. maddesinin j bendi gereğince Hazineden harç alınmasına yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/03/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi gereğince açılmış zilyetlikten tescil davasıdır.
Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir.
Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı noktasında düğümlenmektedir.
Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur.
Bilindiği üzere, yargı harçları Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş, kamu düzeninden olması nedeniyle resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle re’sen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağına gelince, yargılama giderleri, usulü bir konu olmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Aynı Yasa’nın 323. maddesi harçları yargılama giderlerinden sayarken 326/1. maddesi de açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” demek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağını tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise “ Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” demek suretiyle, hakimin karar verirken hangi sıralamayı izleyeceği konusunda kural getirmiştir.
Tarafların yargı önünde eşitliği ilkesini düzenleyen Anayasanın 36. maddesi ise “ Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olaya geldiğimizde, zilyetlikten tescil davasında, davacı vatandaş, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, Anayasa ile teminat altına alınan “yargı önünde eşitlik ilkesi”nin bozulmasını, Hazine veya kamu kurumu lehine davranılmasını haklı kılmayacaktır. Zira genel ilke yukarıda da belirtildiği üzere yargılama giderlerinin davayı kaybedenden alınmasıdır. Prof. Dr…. da (Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 baskı 5. cilt 5339. sayfada açıkladığı üzere) bu görüştedir.
Bilindiği üzere Hazine, Harçlar Kanununun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı Belediye ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının haçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcı mutlaka alınacak mıdır? Alınacaksa kimden alınmalıdır ? Yasa koyucu tereddüte yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olduğunu düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Ancak bakiye karar ve ilam harcının davalıdan hiç alınmayacağı gibi, davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcının da iade edileceği şeklinde yorumlanıp uygulanmalıdır. Nitekim yine Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında da uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı alınmazken (doğrusu budur) yalnız tescil davasında harçtan davacının sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı yoktur. Yasa koyucu dileseydi Kadastro Kanunu 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrıldığını belirterek bir düzenleme yapabilirdi.
Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Gerçekten de kabul etmek gerekir ki Yargıtay uzun yıllar tescil davalarında yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmış, bunlardan olan yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilmemiş, davalının “ yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir olaya hukukun uygulanmasında yargı kararları en son sırada gelmektedir.
Çözümlenmesi gereken bir başka husus ise “yasal hasım” ın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya nasıl bir üstünlük sağladığı konularıdır. Yine bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, birileri tarafından kanun yoluna getirilebilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilmiştir. Ne var ki böyle de olsa davada, davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hal böyle olunca da her açıdan yargı önünde eşitlik ilkesi gereğince davalının davacıdan, Hazinenin de vatandaştan bir üstünlüğü yoktur. Sayın çoğunluk gibi düşünen hukukçular, davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakırken, davanın reddi halinde de davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmederek açıkça “yargı önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmektedirler.
TMK 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu … kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmekte, tapu iptal tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.
Yine sayın çoğunluk ve onlar gibi düşünen hukukçular “Tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturmaktadırlar. Eğer mahkeme davacının taşınmazı hak etmediğini düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak apaçık bir çelişkidir ve yasaya açıkça aykırıdır.
Sayın çoğunluğun kendi içinde düştüğü bir başka çelişki ise; sayın çoğunluk, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, davalı Hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınmasına karar vermelidir. Zira davalı Hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı ve düşünce tarzını kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca yargılama giderleri bir bütündür. Davanın açılmasından kesinleşmesine kadar aynı yasal düzenlemelere tabidir. İlk Derece Mahkemesinde alınmayan yargılama gideri aynı gerekçeyle istinaf ve temyiz kanun yollarında da alınmamalı veya alınmalıdır. Bir dava İlk Derece Mahkemesinde hangi hükümlere tabiyse kanun yollarında da aynı hükme tabidir.
Açıklanan bu nedenlerle, davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı … … Kişiliğinin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının doğru olmaması nedeniyle hükmün 2. bendinin çıkarılarak yerine “Davalı hazine harçtan muaf bulunmakla harç alınmasına yer olmadığına, davacı tarafından yatırılan 2.417 TL harcın davacıya iadesine, 3.257,89 TL harcın davalı … … Kişiliğinden tahsili ile Hazineye gelir kaydına” cümlesinin yazılmasına, hükmün bu şekilde düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum.