YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/3815
KARAR NO : 2022/1738
KARAR TARİHİ : 03.03.2022
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TESCİL
Taraflar arasındaki kadastro sırasında tespit harici bırakılan taşınmazın tescili istemine ilişkin açılan davada bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne dair verilen karar, süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.
I. DAVA
Davacı …, yörede 1970 yılında yapılan kadastro sırasında 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu uyarınca tescil harici bırakılan çekişmeli taşınmazın 30 yılı aşkın süredir zilyedi olduğunu, 1970 tarihli, 326 tahrir numaralı vergi kaydının taşınmaza ait olduğunu, zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleştiğini ileri sürerek tescil isteğinde bulunmuştur.
II. CEVAP
Davalı … vekili, dava konusu taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki tescil harici yerlerden olduğunu, bu nitelikte bir yerin ancak imar ve ihya edilerek, kanunda aranan şartlara uygun zilyetlik sürdürülmesi halinde tescil edilebileceğini, bu nedenle davacı yararına mülk edinme koşullarının oluşup oluşmadığının araştırılması gerektiğini, davacının iddiasını ispat külfeti altında olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Davalı … kişiliği aşamalarda sunduğu yazılı ve sözlü beyanlarında dava konusu taşınmazın kamu orta malı mera niteliğinde olduğunu, davacının taşınmazdan 3091 sayılı Yasa uyarınca el çektirildiğini nizasız malik olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. MAHKEME KARARI
Mahkemece davacı yararına zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulü ile, teknik bilirkişi raporunda “B” harfi ile gösterilen toplam 20.750 metrekare yüz ölçümündeki taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde davalı … tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
2. Bozma Kararı
Mahkemenin kararı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 09.11.2006 tarihli ve 2006/6331 E., 2006/6807 K. sayılı ilamıyla; “Taşınmazın 1970 yılında hangi nedenle tespit dışı bırakıldığı sorulmadığı gibi bu hususun paftasından da anlaşılmadığı, diğer yönden tespit dışı bırakılan bir yerin tapuya tesciline karar verilebilmesi için taşınmazın tapuda kayıtlı olmaması gerektiği, bu tür davalarda taşınmazın tapuda kayıtlı olup olmadığının mahkemece kendiliğinden araştırılacağı, görülmekte olan davada taşınmazın tapuda kayıtlı olup olmadığı sorulduğu halde cevap alınmadan hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu, dosya kapsamından davacı yanın tescil isteği üzerine davalı köy temsilcisince taşınmazın mer’a olduğu savunulduğuna göre, Yargıtayın yerleşmiş uygulamalarına göre mer’aya ilişkin uyuşmazlıklarda yerel bilirkişi ve tanıkların bu yerden yararlanmayan komşu köyler halkı arasından seçilip dinlenmeleri gerektiği, yerel bilirkişiler ve davacı tanıkları, başka köy halkından seçilmiş olmalarına karşın davalı köy tanıklarının aynı köyün halkından seçilmesinin isabetsiz olduğu, ayrıca dava konusu yer yönünden davacı hakkında Besni Sulh Ceza Mahkemesine açılan 1996/94, 1997/177, 1998/55 Esas numaralı dava dosyaları getirtilmeden ve sonucu beklenilmeden hüküm kurulmuş olmasının doğru olmadığı isabetli sonuca varılabilmesi için, taşınmazın hangi nedenle tespit dışı bırakıldığının ve tapuda kayıtlı olup olmadığının Tapu Sicili Müdürlüğünden sorulması, tespit dışı bırakılma sebebinin belirlenmemesi halinde uzman bilirkişi aracılığıyla pafta üzerinde inceleme yapılmak suretiyle açıklığa kavuşturulması, taşınmazın mer’a olduğu savunulduğuna göre davalı … kişiliğine tanıklarını komşu köyler halkı arasından göstermek üzere süre ve imkan tanınması, yukarıda esas numaraları yazılı Sulh Ceza Mahkemesi dava dosyaları kesinleşmişse getirtilip dosya arasına konulması, Borçlar Kanunu’nun 53.maddesi hükmü uyarınca bu davaya etkisinin göz önünde tutulmalı, ondan sonra yerel ve teknik bilirkişiler aracılığıyla HUMK.un 259. maddesi hükmü uyarınca tescil konusu taşınmazın başında keşif yapılması, bu yerin öncesi itibariyle niteliği, orta malı mer’a niteliğinde bir yer değil ise bu yerin davacı tarafından nasıl imar ve ihya edildiğinin olaylara dayalı olarak açıklattırılması, ihya olgusunun tamamlanması tarihinden itibaren davacının zilyetliğinin süreci ve niteliğinin araştırılması, yerel bilirkişi ve taraf tanıklarının beyanları arasında aykırılık meydana geldiği takdirde HUMK.un 265.maddesi uyarınca yüzleştirilmek suretiyle bu hususun giderilmesine çalışılması, davacı hakkında açılan kamu davasına ait dosyalarda el attığı yerlerle tescil konusu yerlerin aynı olup olmadığının araştırılması, Yargıtay denetimi sırasında göz önünde tutulmak üzere bu hususun teknik bilirkişi tarafından krokisine işaret edilmesi, tescil konusu taşınmazın daha önce Kaymakamlıkça davalı … kişiliğine teslim edilmiş olmasının davacının malik sıfatıyla geçen zilyetliğini ortadan kaldırıp kaldırmadığının tartışılıp değerlendirilmesi, kaldı ki dava, tapusuz taşınmazın tescili isteğine ilişkin olup, bu tür davalarda Hazine ve diğer kamu tüzel kişileri yasal hasım durumunda olup hiçbir halde yargılama giderleri ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacakları halde, miktarları yazılı yargılama giderlerinin ve avukatlık ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmiş olmasının kanuna aykırı olduğu, bundan ayrı, dava konusu edilen ve krokide A harfiyle gösterilen taşınmaz bölümü hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden hüküm kurulmuş olmasının doğru olmadığı” gerekçesiyle bozulmuştur.
3. Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemenin 28.03.2019 tarihli ve 2013/32 E., 2019/52 K. sayılı kararıyla; bozma ilamında belirtilen gerekçe benimsenmek suretiyle, davacı yararına zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulü ile, teknik bilirkişi raporunda “A” harfi ile gösterilen toplam 22.095,84 metrekare yüz ölçümündeki taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı … vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
5. Temyiz Nedenleri
5.1 Davalı … vekili temyiz dilekçesinde, dava konusu taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki tescil harici yerlerden olduğu, böyle bir yerin zilyetlikle iktisap edilemeyeceği, kaldı ki davacının imar ve ihya iddiasına dayanmadığı, davacının taşınmazın ne kadar kısmına hangi şekilde zilyet olduğunun da tam olarak belirlenmediği gerekçesiyle kararın bozulmasını talep etmiştir.
6. Gerekçe
6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, kadastro sırasında mülga 766 sayılı Tapulama Kanunu uyarınca tespit harici bırakılan çekişmeli taşınmazın davacı adına tescili isteğinden ibarettir.
6.2. İlgili Hukuk
6.2.1. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi, ” Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. “
6.2.2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi, ” Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüz ölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir. “
6.2.3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi, “– Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14. maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.” hükümlerini içermektedir.
6.3. Değerlendirme
Dosya içeriğine, toplanan delillere, kararın (IV./2.) no.lu paragrafında yer verilen ve hükmüne uyulan bozma kararında gösterildiği şekilde işlem yapılmasına, kararın (IV./3.) no.lu paragrafında yer verilen Mahkeme kararının dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye göre yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle; davalı Hazinenin yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun değişik 13. maddesinin “j” bendi gereğince Hazineden harç alınmasına yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/03/2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
– MUHALEFET ŞERHİ –
Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi gereğince açılmış zilyetlikten tescil davasıdır.
Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir.
Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı, noktasında düğümlenmektedir.
Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur. Bilindiği üzere, yargı harçları Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş, kamu düzeninden olması nedeniyle resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağına gelince, yargılama giderleri, usulü bir konu olmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Aynı Yasanın 323.maddesi harçları yargılama giderlerinden sayarken 326/1.maddesi de açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” demek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağını tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise “ Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” demek suretiyle, hakimin karar verirken hangi sıralamayı izleyeceği konusunda kural getirmiştir.
Tarafların yargı önünde eşitliği ilkesini düzenleyen Anayasanın 36. maddesi ise “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olaya geldiğimizde, zilyetlikten tescil davasında, davacı vatandaş, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, Anayasa ile teminat altına alınan “yargı önünde eşitlik ilkesi”nin bozulmasını, Hazine veya kamu kurumu lehine davranılmasını haklı kılmayacaktır. Zira genel ilke yukarıda da belirtildiği üzere yargılama giderlerinin davayı kaybedenden alınmasıdır. Prof. Dr.Baki Kuru da ( Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 baskı 5.cilt 5339.sayfada açıkladığı üzere) bu görüştedir.
Bilindiği üzere Hazine, Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı Belediye ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının haçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcı mutlaka alınacak mıdır? Alınacaksa kimden alınmalıdır? Yasa koyucu tereddüte yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olduğunu düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Ancak bakiye karar ve ilam harcının davalıdan hiç alınmayacağı gibi, davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcının da iade edileceği şeklinde yorumlanıp uygulanmalıdır. Nitekim yine Hazinenin davalı olduğu tapu iptal–tescil davalarında da uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal–tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı alınmazken (doğrusu budur) yalnız tescil davasında harçtan davacının sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı yoktur. Yasa koyucu dileseydi Kadastro Kanunu 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrıldığını belirterek bir düzenleme yapabilirdi.
Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Gerçekten de kabul etmek gerekir ki Yargıtay uzun yıllar tescil davalarında yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmış, bunlardan olan yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilmemiş, davalının “ yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir olaya hukukun uygulanmasında yargı kararları en son sırada gelmektedir.
Çözümlenmesi gereken bir başka husus ise “yasal hasım” ın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya nasıl bir üstünlük sağladığı konularıdır. Yine bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, birileri tarafından kanun yoluna getirilebilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilmiştir. Ne var ki böyle de olsa davada, davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hal böyle olunca da her açıdan yargı önünde eşitlik ilkesi gereğince davalının davacıdan, Hazinenin de vatandaştan bir üstünlüğü yoktur. Sayın çoğunluk gibi düşünen hukukçular, davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakırken, davanın reddi halinde de davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmederek açıkça “yargı önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmektedirler.
TMK 713/3.maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmekte, tapu iptal tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.
Yine sayın çoğunluk ve onlar gibi düşünen hukukçular “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturmaktadırlar. Eğer mahkeme davacının taşınmazı hak etmediğini düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak apaçık bir çelişkidir ve yasaya açıkça aykırıdır.
Sayın çoğunluğun kendi içinde düştüğü bir başka çelişki ise; sayın çoğunluk, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın İlk Derece Mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, davalı … tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınmasına karar vermelidir. Zira davalı … yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı ve düşünce tarzını kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca yargılama giderleri bir bütündür. Davanın açılmasından kesinleşmesine kadar aynı yasal düzenlemelere tabidir. İlk derece mahkemesinde alınmayan yargılama gideri aynı gerekçeyle istinaf ve temyiz kanun yollarında da alınmamalı veya alınmalıdır. Bir dava ilk derece mahkemesinde hangi hükümlere tabiyse kanun yollarında da aynı hükme tabidir.
Açıklanan bu nedenlerle, davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Belediyenin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının doğru olmaması ve bu yanlışlığın düzeltilmesinin yeniden yargılama yapılmasını gerektirmemesi nedeniyle, İlk Derece Mahkemesinin kararının hüküm fıkrasından harcın davacıdan alınmasına ilişkin kısmın çıkarılarak yerine, davalı … harçtan muaf olduğundan davacının yatırdığı peşin harcın kendisine iadesine cümlesi yazılmak suretiyle hükmün düzeltilerek onanması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum.