YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/287
KARAR NO : 2021/852
KARAR TARİHİ : 17.02.2021
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan annesi …’nin, dava konusu 1714 ada 6 parsel sayılı taşınmazda maliki olduğu 1/5 payın tamamını mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı gelini Emine’nin akrabası olan dava dışı …’e satış yoluyla temlik ettiğini, adı geçenin de anılan payı 4/20 pay itibar ederek 1/20 payını mirasbırakana, 3/20 payını davalı …’ye, mirasbırakanın da bilahare 1/20 payı davalı …’a satış yoluyla devrettiğini, temliklerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek dava konusu 1714 ada 6 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile tüm mirasçılar adına tescilini istemiştir.
Davalılar, taşınmazda davacının herhangi bir katkısı bulunmadığını, satış işlemlerinin gerçek olduğunu belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen karar Dairece “ tüm mirasçılar adına tescil isteğinde bulunulmuştur. … mirasbırakanın, dava dışı mirasçısının bulunduğu gözetilerek, davada yer almayan mirasçının olurunun alınması ya da terekeye TMK.’nun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile yargılamanın sürdürülmesi gerekirken, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek esas hakkında hüküm kurulması doğru değildir.” gerekçesiyle bozulmuş; mahkemece bozma ilamına uyularak tereke temsilcisi huzuruyla görülen davada, temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1922 doğumlu mirasbırakan …’nin 31.05.2011 tarihinde ölümü üzerine davacı kızı Nevriye ile dava dışı oğlu …’in mirasçı kaldıkları, dava konusu 1714 ada 6 parsel sayılı taşınmazın 1/5 payının mirasbırakan adına kayıtlı iken, anılan payın tamamını 10.07.2003 tarihinde dava dışı …’e satış yoluyla temlik ettiği, adı geçenin de mirasbırakandan edindiği bu 1/5 payı, 4/20 pay itibar ederek, 1/20 payını mirasbırakana, 3/20 payını mirasbırakanın gelini olan davalı …’ye 03.03.2005 tarihinde satış yoluyla temlik ettiği, mirasbırakanın bu kez 1/20 payını 12.05.2010 tarihinde davalı …’e satış yoluyla devrettiği, eldeki davanın terekeye döndürülme istekli açılmış olup, Dairenin bozma kararı üzerine İzmir 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.03.2016 tarih 2015/1154 Esas 2016/266 Karar sayılı kararı ile …’un tereke temsilcisi olarak atanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nin 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hükme yeterli ve elverişli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Hâl böyle olunca; mirasbırakan tarafından dava dışı ilk el …’e yapılan temlikin muvazaalı olup olmadığının ve dava konusu taşınmazın 3/20 payını Metin’den iktisap eden ikinci el davalı …’nin iktisabının iyiniyetli olup olmadığının yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, dava dışı Metin’in nüfus kayıtları da getirtilerek davalı … ile akrabalığı bulunup bulunmadığının incelenmek suretiyle açıklığa kavuşturulması, mirasbırakanın gelini olan davalı …’nin durumu bilen ya da bilmesi gereken kişi konumunda olması gerektiğinin de göz önünde tutulması, dava konusu taşınmazın 1/20 payını mirasbırakandan iktisap eden davalı …’in iktisabının ise muvazaalı olup olmadığının yukarıda değinilen somut olgu ve ilkeler çerçevesinde incelenmesi, değinilen hususlarda tarafların delillerinin eksiksiz toplanıp, tanıkların yeniden dinlenilmesi, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre ise; davalılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı olduğundan harç, vekalet ücreti ve diğer yargılama giderlerinden her bir davalının, payı oranında sorumlu tutulması gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi de doğru olmamıştır.
Davalılar vekilinin değinilen yönlerden yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.02.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.