Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2020/482 E. 2021/6199 K. 01.11.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/482
KARAR NO : 2021/6199
KARAR TARİHİ : 01.11.2021

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-BEDEL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi, ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar asıl davada davacı – karşı davada davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Asıl dava; ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, karşı dava elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Asıl davada davacı-karşı davada davalı, kendisine bakılacağı, ihtiyaçlarının karşılanacağı vaadi ile davalı … ile evlendiğini, %80 engelli, bakıma ve kandırılmaya müsait olduğunu bilen davalının 40.000,00 TL bedelli senet vererek kendisini dolandırdığını, senette alacaklı ve borçlunun davalı … olduğunu, maliki olduğu dava konusu 18 parsel sayılı taşınmazdaki 7 numaralı bağımsız bölümü 03.02.2010 tarihinde davalı …’ye devrettiğini, taşınmaz devredilmeden bir gün önce baskı altına alındığını, kandırıldığını, hap verildiğini ve taşınmazı devretmek mecburiyetinde kaldığını, saflığından ve akıl zayıflığından davalı …’nün faydalandığını, geçersiz senetle taşınmazın devrini sağladığını, evlenmelerine rağmen davalı ile aynı evde kalmadıklarını, davalı …’nün dava konusu taşınmazı satış göstermek suretiyle diğer davalı …’e devrettiğini, temlikin muvazaalı olduğunu, davalı …’ın kötüniyetli olduğunu, davalılar hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tesciline, olmadığı takdirde taşınmaz bedelinin ve zararının faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Asıl davada davalı – karşı davada davacı …, davacıyı ve diğer davalıyı taşınmazın satışından önce tanımadığını, dava konusu taşınmazı emlakçı aracılığıyla bedeli karşılığında satın aldığını, iyiniyetli olduğunu, taşınmaza alıcı olarak bakmaya gittiğinde davacı ve diğer davalı … ile anlaştıklarını, satış bedelini taşınmazın maliki diğer davalı …’ye ödediğini, Ülkü’nün taşınmazı boşaltacağına dair yazılı beyanda bulunduğunu, davacıya ihtarname gönderildiğini ancak davacının evi boşaltmadığını, temlikin davacının da bilgisi dahilinde yapıldığını belirterek, asıl davanın reddini savunmuş, karşı davasında; asıl davada davacı – karşı davada davalının dava konusu taşınmaza haksız elatmasının önlenmesini, taşınmazdan tahliyesini, ihtarnamenin tebliğ tarihinden itibaren aylık 350,00 TL ecrimisilin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı …, savunma getirmemiştir.
Mahkemece, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınan rapora göre davacı-karşı davalının temlik tarihinde ehliyetli olduğunun bildirildiği, hile iddiasının ise ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, karşı davacının dava konusu taşınmazın maliki olduğu gerekçesiyle karşı davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1950 doğumlu davacı … ile 1969 doğumlu davalı …’ın 29.01.2010 tarihinde evlendikleri, davacı …’nin çekişme konusu 18 parsel sayılı taşınmazdaki 7 numaralı bağımsız bölümünü 03.02.2010 tarihinde davalı …’ye; davalı …’nün de 18.02.2010 tarihinde diğer davalı …’e satış suretiyle temlik ettiği, davacı …’nin 28.07.2010 tarihinde boşanma davası açtığı, Malatya 2. Aile Mahkemesinin 23.12.2011 tarihli 2010/541 Esas ve 2021/733 Karar sayılı ilamı ile tarafların boşanmalarına karar verildiği ve hükmün 30.03.2012 tarihinde kesinleştiği, Adli Tıp Kurumu Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun 20.10.2014 tarihli ve Genel Kurulu’nun 28.05.2015 tarihli raporlarına göre davacı …’nin 03.02.2010 olan temlik tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.
Hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunu’nun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesi ile özel hükümler getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nin 1023. maddesinde aynen “Tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarihli l990/4 Esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince; davacı ve davalı …’nün 29.01.2010 tarihinde evlendikleri, davacının dava konusu bağımsız bölümünü 03.02.2010 tarihinde davalı …’ye devrettiği, davalı … tarafından davacıya verilen senette alacaklı ve borçlu olarak davalı … …’nin yazılı olduğu, davacı … tarafından 28.07.2010 tarihinde boşanma davası açıldığı ve davanın 23.12.2011 tarihinde boşanma ile sonuçlandığı, kararın kesinleştiği, tüm bu hususlar dinlenen tanık beyanları ile birlikte değerlendirildiğinde davacının hileye düşürülerek taşınmazın 03.02.2010 tarihinde davalı …’ye devrinin sağlandığı, ne var ki, dava konusu bağımsız bölümü davalı …’den 18.02.2010 tarihinde devralan diğer davalı …’ın iyiniyet savunmasında bulunduğu, ancak bu hususa ilişkin yeterli araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca; tarafların süresinde göstermiş olduğu deliller toplanmak suretiyle asıl davada davalı …’in iyiniyetli olup olmadığı ve TMK’nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağının belirlenerek bir karar verilmesi, asıl davanın sonucuna göre davanın değerlendirilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Asıl davada davacı – karşı davada davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01/11/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.