YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/3673
KARAR NO : 2021/577
KARAR TARİHİ : 04.02.2021
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, bedel davası sonunda, yerel mahkemece iddiaların ispatlandığı gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine ilişkin verilen karar davalı … vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş, Dairece davalı tarafından temyiz harçlarının tahsil edilmesi gerektiği hususlarına değinilerek geri çevirme kararı verilmesi üzerine, davalıya 1086 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Usûlü Kanunu’nun 434. maddesi hükmü gereğince çıkartılan ihtaratlı tebligata rağmen nispi temyiz harcının yatırılmadığı gerekçesi ile temyiz isteğinden vazgeçmiş sayılmasına ilişkin olarak verilen 21.10.2020 tarihli ek karar davalı … vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile mirasbırakan adına tescil, birleştirilen dava ise yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı mirasbırakan adına tescil, olmadığı takdirde bedel isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine karar verilmiş, karar davalı … vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş, Dairece 29.09.2016 tarihli geri çevirme kararı ile; HUMK.’un 434.(6100 sayılı kanunun 368,344.md) maddesi hükmü gözetilmek suretiyle temyiz edenden temyiz başvuru harcı ile nispi temyiz harcının tahsil edilmesi, ondan sonra dosyanın gönderilmesi istenmiş, Mahkemece, 7 günlük kesin süre içinde temyiz harçlarının yatırılması hususunda düzenlenen muhtıra 27.01.2017 tarihinde davalı vekiline tebliğ edilmiş, davalı vekilince verilen kesin süre içerisinde maktu temyiz harcı yatırılmış, mahkemece 21.10.2020 tarihli ek karar ile süresi içerisinde nispi temyiz harcı yatırılması gerekirken maktu temyiz harcı yatırıldığı gerekçesiyle temyiz isteğinden vazgeçmiş sayılmasına karar verilmiş, ek karar süresi içerisinde davalı … vekili tarafından maktu ve nispi temyiz harcı yatırılarak temyiz edilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki, mahkemece davalı vekiline gönderilen muhtırada yatırılması gereken temyiz harcı miktarlarının açıkça belirtilmediği, bu haliyle HUMK.434.maddesine uygun bir muhtıranın bulunduğundan söz edilemeyeceği açıktır. Davalı tarafça ek karar temyiz edilirken maktu temyiz harcının yanında nispi temyiz harcının da yatırıldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle 21.10.2020 tarihli ek kararın kaldırılmasına karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Asıl davada davacı, mirasbırakanı …’nun 18.09.1993 tarihinde öldüğünü, ölümünden sonra mirasbırakanı adına kayıtlı 341 ada 8, 9, 14 ve 15 parsel sayılı taşınmazların 27.12.1993 tarihinde satış suretiyle davalı … adına yolsuz olarak tescil edildiğini, davalı …’in yapılan usulsüzlükleri gizlemek amacıyla dava konusu parselleri davalı …’a muvazaalı olarak 15.08.2011 tarihinde devrettiğini ileri sürerek dava konusu parsellerin tapu kayıtlarının iptali ile mirasbırakan adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Birleştirilen davada davacılar, asıl davadaki iddialarını yineleyerek tapu iptal-tescil, olmadığı takdirde 30.000,00 TL bedelin tahsilini talep etmişlerdir.
Asıl davada davalı …, davaya cevap vermemiş; davalı … ise, dava konusu taşınmazları tapu kaydında malik olarak görünen İbrahim Halil’den tescil kayıtlarına güvenerek iyi niyetle 300.000,00 TL bedelle satın aldığı savunmasında bulunmuş;birleştirilen davada Hazine temsilcisi açılan davada tazminatı kabul etmediklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddiaların ispatlandığı gerekçesi ile asıl davanın kabulüne, asıl davada iptal tescil isteği kabul edildiğinden birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 341 ada 8, 9, 14 ve 15 parsel sayılı taşınmazların mirasbırakan …adına kayıtlı iken 27.12.1993 tarihinde davalı …’a, … tarafından da 15.08.2011 tarihinde davalı …’a satış suretiyle devredildiği, mirasbırakan …’nun 18.09.1993 tarihde ölümü ile geriye mirasçı olarak çocukları …,…,…,…,…,…,..,…,..,…,…,…,…’ın kaldığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, asıl davada mirasbırakan … mirasçıları adına tapu iptali ve tescil isteğinde bulunulduğuna göre, mirasçılar arasında elbirliği halinde mülkiyetin söz konusu olduğu ve davanın tereke adına sürdürülmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere, elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 701 ila 703. maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortakların tümüne aittir.
Başka bir anlatımla, ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Sözü edilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil ortaktır. Bu kural TMK’nın 701. maddesinde “Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.” biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır. Nitekim, TMK’nın 702/2. maddesi de bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiş (11.10.982 tarih l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı), bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.
Somut olaya gelince, davalı …’ın, mirasbırakan …nun terekesi bakımından 3. kişi konumunda olduğu, asıl davanın tereke adına sadece mirasçı Murat tarafından açıldığı ve Murat dışındaki mirasçılardan hiç birinin asıl davada yer almadığı, asıl dava yönünden dava dışı mirasçıların olurunun alınmadığı, ya da miras şirketine temsilci atanmadığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K’nın 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ancak; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re’sen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince, mirasbırakan …’nun 18.09.1993 tarihinde öldüğü, dava konusu 341 ada 8, 9, 14 ve 15 parsel sayılı taşınmazlar ile dava dışı 341 ada 10, 11, 12 ve 13 parsel sayılı taşınmazların … adına kayıtlı iken 27.12.1993 tarih 1442 yevmiye nolu resmi senet ile davalı …’a satış suretiyle devredildiği, … tarafından da 15.08.2011 tarih 4028 yevmiye nolu resmi senetle dava konusu taşınmazların davalı …’a, dava dışı 10, 11, 12, 13 parsel sayılı taşınmazların ise dava dışı …’e satış suretiyle devredildiği, mirasçılar tarafından …’e devredilen 10, 11 ve 13 parsel sayılı taşınmazlar için Viranşehir Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/269 E.sayılı dosyası ile yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı iptal tescil davası açıldığı, mahkemece iddianın ispatlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği, anılan kararın Dairece onandığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, ilk el konumunda olan davalı … adına oluşan sicil kaydının Türk Medeni Kanununun 1025. maddesi hükmü uyarınca yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu kuşkusuzdur. Ancak, ondan, sicilin aleniliği ve güvenirliği prensibine istinaden edinen Mehmet’in ikinci el konumunda bulunduğu için koşullarının gerçekleşmesi halinde aynı Yasanın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı açıktır.
Somut olayda; davalı …’ın ikici el konumunda olduğu gözetildiğinde iktisabının iyiniyetli olup olmadığı, başka bir ifade ile Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağının belirlenmesi gerektiğinde kuşku yoktur.
Ne var ki, mahkemece bu konuda yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli ve elverişli olduğunu söyleyebilme imkanı yoktur. Şöyle ki, Mahkemece, son kayıt maliki Mehmet ile önceki kayıt maliki … arasında taşınmaz temliklerinin nasıl ve ne şekilde yapıldığı, taşınmazların Mehmet’in tasarrufuna geçip geçmediği, Mehmet’e temlik tarihi itibarı ile taşınmazların gerçek değeri ile resmi akitteki değerlerinin uyumlu olup olmadığı, Mehmet ile … arasında bir bağın bulunup bulunmadığı hususları araştırılmamıştır.
Hâl böyle olunca, asıl davanın tüm mirasçılar adına açıldığı gözetilerek davaya katılmayan mirasçıların olurlarının alınması, ya da miras şirketine TMK’nun 640. maddesi uyarınca atanan temsilcinin davaya dahil edilerek temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi, ayrıca yukarıda değinilen olgular ve ilkeler gereğince inceleme ve araştırma yapılması, taraflarca gösterilen tanıkların dinlenilmesi, yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması, aynı resmi akitte devredilen dava dışı diğer taşınmazlara ilişkin açılan iptal tescil davalarının da göz önüne alınarak diğer delillerle birlikte değerlendirilip, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğu değildir.
Kabule göre de; karar başlığında birleştirilen davanın davacılarına yer verilmemiş olması da doğru değildir.
Asıl davada davalı … vekilinin değinilen yönlerden yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.02.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.