Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2020/3628 E. 2021/2861 K. 26.05.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/3628
KARAR NO : 2021/2861
KARAR TARİHİ : 26.05.2021

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın dava şartı yokluğundan reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil istemine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakanı…’ün, 894 parsel sayılı taşınmazını davalı oğluna satış suretiyle temlik ettiğini, temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek,murisi adına tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, murisin bütün mallarının mirasçıları arasında paylaşıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, TMK’nun 640. maddesi uyarınca terekeye temsilci atanması için kesin süre verildiği halde süresinde dava açılmadığı gerekçesiyle dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan…’ün 11.10.2010 tarihinde vefat ettiği ,geriye davacı oğlu …, davalı oğlu … ile dava dışı çocukları … eşi…’ün kaldığı, davacı vekiline muris … diğer mirasçılarını davaya dahil etmek üzere iki haftalık kesin süre verildiği, davacı vekilinin diğer mirasçıların olurunu alamadığını bildirerek terekeye temsilci atanması için yetki belgesi verilmesini istediği, mahkemece talep uygun bulunarak davacı vekiline 26.01.2016 tarihli yetki belgesi verildiği, davacı vekilinin 25.05.2016 havale tarihli dilekçe ile;mazereti nedeniyle duruşmaya gelemeyeceğini belirterek … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2016/380 Esas sayılı dosyasında terekeye temsilci atanması için dava açtığını bildirdiği, mahkemece 26.05.2016 tarihli duruşmada davacı vekilinin mazereti reddedilerek davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bilindiği üzere bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 90. maddesi açık hükmünde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, aynı Kanunun 94. maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur.
Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.
Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını acıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.
Öte yandan, elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 701 ila 703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, TMK’nin 701. maddesinde (…Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliğiyle karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.
TMK’nin 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının (onaylarının) alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (11.10.1982 tarih 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.
Somut olayda; mahkemece, 14.01.2016 tarihli duruşmada davacı ve davalı dışındaki diğer mirasçıların davaya dahil edilmesi için kesin süre verilmiş, davacı vekili tarafından 25.01.2016 tarihli dilekçe ile mirasçıların olurunun alınamadığı belirtilip terekeye temsilci atanmak üzere dava açmak için yetki istenmiş,mahkemece 26.01.2016 tarihli ara kararla davacı vekiline terekeye temsilci atanmak üzere dava açmak için yetki verilmiş olup, terekeye temsilci atanmak üzere dava açmak için verilmiş bir kesin süre bulunmamaktadır. Kaldı ki; davada yer almayan mirasçıların davaya dahil edilmesi gibi bir usuli müessese bulunmamakta olup, mirasçıların olurlarının alınması yönünde ara karar kurulması gerekirken yazılı şekilde mirasçıların davaya dahil edilmeleri için süre verilmesi de hatalıdır.
Hal böyle olunca, davacı vekilince TMK’nin 640. mad. uyarınca diğer mirasçıların olurlarının alınamadığı bildirildiğinden, terekeye temsilci atanması için yeniden işlem tesis edilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir
Davacı vekilinin değinilen yön itibariyle yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.