Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2020/2386 E. 2021/1490 K. 16.03.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/2386
KARAR NO : 2021/1490
KARAR TARİHİ : 16.03.2021

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL – TAZMİNAT

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacılar ve davalı … vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan …’nin eşinden intikal eden 145 ada 113 parsel (yeni 645 ada 113 parsel) sayılı taşınmazdaki miras payını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak satış göstermek suretiyle davalı oğlu …’e, onunda kötü niyetli davalı şirkete kat karşılığı inşaat sözlemesi ile temlik ettiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, olmazsa bedelin davalı …’den tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı …, iddiaların yersiz olduğunu, tenkis niteliğindeki talebin zamanaşımına uğradığını belirtip davanın reddini istemiş; davalı şirket taşınmazın iyiniyetle satın alındığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar, Dairece “…üçüncü kişi konumundaki taşınmazı temlik alan davalı şirketin iyi niyetli olup olmadığının belirlenmesi yönünden şirket kayıtlarının getirtilmesi, tapu kayıtlarının ve dayanağı tüm belgelerin (resmi akitler, ifraz, taksim, imar vs.) bütün geldi ve gittileri ile birlikte (birbirini takip edecek ve denetime elverişli olacak şekilde) ilgili tapu müdürlüğünden teminin edilmesi, gerekirse tanıkların tekrar dinlenmesi ve tüm kanıtların yukarıda değinilen ilkeler ile birlikte değerlendirilmesi, davalı şirketin TMK.nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanabileceğine kanaat getirilmesi halinde davacıların tazminat isteğinin de değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Somut olayda; mirasbırakan Şemi’nin ölümünden kısa bir süre önce, gerçek değerinden çok düşük bir bedelle dava konusu taşınmazı satış göstermek suretiyle oğlu olan davalı …’e temlik ettiği, buna karşın terekesinde para çıkmadığı gibi özellikle, ölen eşinden kızlarına kalan taşınmazları yeterli gördüğü için onlara mal bırakmak istemediği, satış için makul bir nedeninin de olmadığı gözetildiğinde davalı …’e yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, mahkemenin Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğar. Diğer taraftan yerel mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu müessese mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararındaki esas çerçevesinde işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirir (09.05.1960 gün, 21/9 sayılı YİBK).
Bozmaya uyulmakla ilgilileri yönünden usuli kazanılmış hak doğmasına karşın bu temel usul kuralı gözardı edilerek bozma ilamının gerekleri yerine getirilmemiştir.
Öncelikle, bilirkişi raporunda taşınmazın metrekare değerinin mahkemece yanılgılı şekilde taşınmazın tamamının değeri olduğu yanılgısıyla hüküm kurulmuş olup, sonrasında davacının tavzih talebi kabulü edilmişse de bu hususun tavzih şerhi ile düzeltilmesi mümkün olmadığından tavzih kararının kaldırılmasına.
Öte yandan, hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlama düşüncesiyle, alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989. maddelerinin ve tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nın 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasında “Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ancak, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden, iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten, bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Ne var ki, somut olayda iyiniyet bakımından hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca, üçüncü kişi konumundaki taşınmazı temlik alan davalı şirketin iyi niyetli olup olmadığının belirlenmesi yönünden şirket kayıtlarının getirtilmesi, tapu kayıtlarının ve dayanağı tüm belgelerin (resmi akitler, ifraz, taksim, imar vs.) bütün geldi ve gittileri ile birlikte (birbirini takip edecek ve denetime elverişli olacak şekilde) ilgili tapu müdürlüğünden teminin edilmesi ve tüm kanıtların yukarıda değinilen ilkeler ile birlikte değerlendirilmesi, davalı şirketin TMK.nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanabileceğine kanaat getirilmesi halinde davacıların tazminat isteği de değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde bu hususta hiçbir inceleme yapılmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsizdir.
Davacının ve bir kısım davalının değinilen yönden yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, 16.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.