Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2020/2353 E. 2020/6118 K. 18.11.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/2353
KARAR NO : 2020/6118
KARAR TARİHİ : 18.11.2020

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nun ‘ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil ve bedel istemine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakanları …’in 139 ada 1 ve 128 ada 17 parsel sayılı taşınmazlarını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak ölünceye kadar bakma akdiyle davalı oğlu İsmail’e devrettiğini, 128 ada 17 parselin ifrazı ile 124 ada 22 ve 24 parsellerin oluştuğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarını iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişler, 08.04.2015 tarihli dilekçe ile HMK’nın 125. maddesi uyarında dava konusu 139 ada 1 parseli devralan …’un davaya dahil edilmesini, 128 ada 22 ve 24 parseller bakımından ise; bu taşınmazlar, dava tarihinden önce dava dışı şirkete temlik edildiğinden tapu iptal tescil istemlerini bedele hasretmişler ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 5000-TL’nin faizi ile birlikte davalı …’den tahsilini talep etmişlerdir.
Davalı, devir işleminin tüm kanuni gerekler yerine getirilerek gerçekleştirildiğini, hak düşürücü sürenin geçtiğini, mirasbırakanın bakımı ile kendisinin ilgilendiğini, temlik edilen taşınmazların terekenin az bir kısmını oluşturduğunu; dahili davalı …, dava konusu 139 ada 1 parseli iyiniyetli olarak ve bedelini ödemek suretiyle devraldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, olağan ve olağanüstü zamanaşımı sürelerinin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakanın 05.10.1998 tarihinde öldüğü, geride davacı olan çocukları …. gelini …., torunları … ve …. ile davalı …’in mirasçı olarak kaldığı, mirasbırakanın 139 ada 1 parseldeki payının tamamını 22.06.1998 tarihinde ve 128 ada 17 parseli 05.08.1998 tarihinde davalı …’e ölünceye kadar bakma akdi ile temlik ettiği, 128 ada 17 parselin ifrazı sonucu 128 ada 22, 23 ve 24 parsellerin oluştuğu davalı …’in 24 parseldeki payını 07.12.2002 tarihinde dava dışı…’e devrettiği, 19.19.2011 tarihinde geri aldığı ve 128 ada 22 ve 24 parsellerin tamamını 24.09.2014 tarihinde dava dışı … Enerji Şirketine devrettiği, davalının 139 ada 1 parseldeki payının tamamını 30.09.2014 tarihinde dahili davalı …’a devrettiği,taşınmaza ”davalıdır” şerhinin 16.10.2014 tarihinde, devirden sonra koyulduğu anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa iddiasına dayalı davalar hiçbir hak düşürücü süreye ya da zamanaşımına (3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinin uygulanması gereken haller hariç) tabi olmayıp, her zaman açılabilecek davalardandır. Zira, süre ya da zaman geçmekle muvazaalı işlemin geçerli hale gelebilmesine yasal olanak yoktur.
Bilindiği üzere, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).
Bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Mirasbırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Öte yandan, 139 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 2798/3048 payını davalı …’den edinen dahili davalı … ikinci el konumunda olup, iyiniyet savunmasında bulunmuştur.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla, Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda aynı kanunun 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke, M.K.nun 1023.maddesinde; aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten, bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle; “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince; mirasbırakanın çekişme konusu taşınmazlar dışında başkaca taşınmazlarının bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır.
Hal böyle olunca, mirasbırakanın başkaca taşınmazlarının olup olmadığının araştırılması, var ise değerlerinin keşfen saptanıp çekişmeye konu edilen taşınmazların tüm malvarlığı içindeki oranı belirlenerek temlikin makul sınırlar içinde kalıp kalmadığının, muvazaanın bulunup bulunmadığının yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi, şayet davalı …’e yapılan temlikin muvazaalı olduğu kanaatine varılırsa, 139 ada 1 parsel yönünden ikinci el konumunda bulunan …’ın TMK’nun 1023 maddesi koruyuculuğundan yararlanıp yaralanamayacağının tartışılması ve bu durumun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması; ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesi ile yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.
Davacıların, yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 18/11/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.