Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2018/2838 E. 2020/3193 K. 29.06.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/2838
KARAR NO : 2020/3193
KARAR TARİHİ : 29.06.2020

MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.Davacı, dava konusu 3979 ada 5 parsel sayılı taşınmazın ½ payının maliki olduğunu, diğer ½ payın ise davalı olan babasına ait olduğunu, babasının kendi üzerindeki payı adına tescil ettireceğini söyleyerek hileyle aldığı vekâletname ile taşınmazdaki payını kendi adına tescil ettirdiğini ileri sürerek ½ payın tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının özgür iradesi ile usulünce düzenlenmiş vekâletname uyarınca adına taşınmazın tapuda intikâl işlemlerinin gerçekleştirildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Dairece “…Davacı, dava dilekçesinde, taşınmazın ½ payının maliki olduğunu, diğer ½ payın ise davalı olan babasına ait olup davalının kendi üzerindeki payı davacı adına tescil ettireceği telkiniyle, hile ile aldığı vekaletname ile taşınmazın diğer ½ payını kendi adına tescil ettirdiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. İddianın ileri sürülüş biçimi itibarıyla davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı görülmektedir…Somut olaya gelince; mahkemece, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Keza davalı, 18.12.2012 tarihli celsedeki savunmasında; annesine bakması için taşınmazın yarı payını davacıya verdiğini, kendisine de bakacağını, fakat bakmadığını ve taşınmazın yarı payını geri aldığını, davacı ile anlaşmalarının da böyle olduğunu beyan etmiş, tapu kaydından da taşınmaz davalıya ait iken davacıya devredildiği görüldüğü halde, bu savunma üzerinde durulmaksızın karar verilmiş olmasının da doğru olduğu söylenemez. Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde iddia ve savunmanın araştırılması varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, savunma üzerinde durulmadan yazılı olduğu üzere noksan soruşturma ile yetinilerek karar verilmiş olması isabetsizdir. Kabule göre de, dava dilekçesinde taşınmazın ½ payı dava konusu edildiği halde, taleple bağlı kalınmayarak, taşınmazın tümünü kapsayacak şekilde davanın kabul edilmiş olması dahi isabetsizdir.” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davacının davalı ile arasında yaptıkları inanç sözleşmesinin gereği olarak, dava konusu taşınmazın 1/2 hissesini kendi isteği ile vekil aracılığıyla satış suretiyle davalıya devrettiğinden ve iddianın ispatlanamadığından bahisle davanın reddine dair karar, Dairece “Bilindiği üzere; bozma ilamına uyulmakla tarafları lehine usulü kazanılmış hak oluşturacağı kuşkusuzdur ve mahkemece bozma gereklerinin yerine getirilmesi zorunludur. Somut olayda, 09.09.2013 tarihli bozma ilamında dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olarak nitelendirilmiş ve bu yönde araştırma yapılması gerektiğinden bozma kararı verilmiştir. Ancak, mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olarak nitelendirilerek bozma ilamında değinilen hususlarda araştırma yapılmaksızın karar verilmiştir. O halde, bozma ilamında belirtilen hususlar üzerinde durularak yapılacak araştırma ve inceleme sonucunda karar vermek gerekirken, noksan soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir. Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; davalı vekili hükmü katılma yoluyla temyiz etmiş ise de, davacının temyiz dilekçesi tarafına 18.09.2014 tarihinde tebliğ edildiği halde, 01.10.2014 tarihli dilekçe ile kararı temyiz etmiştir. Bu durumda, 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nın 433/2. maddesinde belirlenen 10 günlük yasal temyiz süresi geçirilmiştir.” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığı, dava konusu taşınmazı vekilden satın alan kişinin de vekil ile işbirliği içerisinde olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 3979 ada 5 parsel sayılı taşınmazın tamamı davalı … adına kayıtlı iken 06.09.1998 tarihinde ½ payını davacı kızı …’ye satış suretiyle temlik ettiği, … 5. Noterliğinin 21.09.2010 tarihli ve 12583 yevmiye numaralı vekaletnamesi ile …’nin dava dışı …’i vekil tayin ettiği, İlhan’ın anılan vekaletname uyarınca 5 parsel sayılı taşınmazdaki ½ … payını 01.10.2010 tarihinde davalı …’ye temlik ettiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karış en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesi (818 sayılı Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; “Vekil, vekalet borcunun bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hallerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır.Vekaletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumlulu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilimiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Öte yandan, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ispat külfeti 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile TMK’nin 6. maddesi gereği davacı tarafa aittir.Somut olayda, dinlenilen davacı tanıkları vekalet görevinin kötüye kullanıldığına ilişkin somut bir olgu ortaya koyamadıkları gibi davacı taraf dosya kapsamındaki diğer deliller ile de vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını kanıtlayamamıştır. Hal böyle olunca, davacının iddialarını HMK’nın 190. ve TMK’nın 6. maddeleri uyarınca kanıtlayamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.Davalı vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 29/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.