Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2017/4602 E. 2019/4342 K. 04.07.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2017/4602
KARAR NO : 2019/4342
KARAR TARİHİ : 04.07.2019

MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-TAZMİNAT

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, anılan kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından 6100 sayılı HMK’nin 353/1.b.2 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının ortadan kaldırılmasına, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
Davacı, Şile Noterliği’nin 07.07.2016 tarih ve 4076 yevmiye no’lu vekaletnamesi ile babası …’i vekil tayin ettiğini, vekil …’in vekalet görevini kötüye kullanarak maliki olduğu 26 sayılı parseldeki 44/734 payını annesi …’e bedelsiz temlik ettiğini, kendisine satış bedeli ödenmediğini, davalıların birlikte hareket ettiklerini ileri sürerek, devre konu payın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalılar, dava konusu payın öncesinde babaları …’e ait olduğunu, davalılardan …’ın çocuğuna bakacağını vaadeden davacıya … tarafından bedel alınmadan devredildiğini, davacının vaadini yerine getirmemesi üzerine davacıdan alınan vekaletname ile mirasbırakan anneleri …’e temlik edildiğini, çekişmeli payın gerçek sahibine döndüğünü bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, dosya kapsamındaki deliller ile davalıların savunmasının doğrulandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, anılan kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından 6100 sayılı HMK’nin 353/1.b.2 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının ortadan kaldırılmasına, inançlı işleme dayanan davalıların, savunmasını yazılı delil ile kanıtlaması gerekirken böyle bir delili dosyaya ibraz etmedikleri, savunmanın ispat edilemediği, öte yandan satış bedelinin davacıya ödendiğine dair bir delil bulunmadığı, kayıt maliki …’in durumu bildiği, vekalet görevinin kötüye kullanılarak davacının zararına hareket edildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 358 ada 26 parsel sayılı taşınmazın 149/734 payı tarafların babası … adına kayıtlı iken; …’in 105/734 payı uhdesinde bırakarak 44/734 payı davacı kızı …’a 24.12.1999 tarihinde satış yoluyla devrettiği, daha sonra …’a vekaleten …’in 44/734 payı 10.07.2006 tarihinde … …’e satış göstererek temlik ettiği, anılan payın halen … adına kayıtlı olduğu, …’in 05.07.2012 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı kızı Nigar ile davalı oğulları … ve …’i bıraktığı, dava dışı mirasçının bulunmadığı anlaşılmıştır.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Eldeki dava çözümlenecek husus, 10.07.2006 tarihinde yapılan devir ile davacı …’ın iradesine aykırı olarak ve onu zararlandırma kastı ile el ve işbirliği içerisinde hareket edilip edilmediğidir. Tarafların mirasbırakanı …’in 24.12.1999 tarihinde yaptığı temlikin inançlı olup olmadığı eldeki davanın konusu olmayıp, çekişmeli temlikte iradeye uygun hareket edilip edilmediğini tespite yarayan vakıalardan biridir.
6100 sayılı HMK’nin 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu kuşkusuzdur.
Ne var ki davacı tarafın, dayandığı ve toplanan deliller ile vekalet görevinin kötüye kullanıldığı kanıtlanamamıştır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davalıların yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi uyarınca … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2.maddesi gereğince dosyanın kararı veren … Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.07.2019 tarihinde gerekçede oyçokluğuyla sonuçta oybirliğiyle karar verildi.
Dava, vekaletin kötüye kullanılmasına dayalı tapu iptal tescil isteğine ilişkindir.
Yerel Mahkemece, davanın ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar verilmiş, Bölge adliye Mahkemesince bu karar kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davacı, dava dilekçesinde açıkça dava sebebi olarak vekaletin kötüye kullanılması hukuksal sebebine dayanmıştır. 6100 sayılı HMKnın 119/1-g maddesinde “dayanılan hukuki sebepler” demek suretiyle dava dilekçesinde hangi hukuki sebebe dayanılacağının belirtilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu belirtmeyi hiç şüphesiz davacı yapacaktır. Hukuki sebepte bir tereddüt hasıl olması halinde hakimin yapacağı iş, ön inceleme duruşmasında taraflardan açıklama istemek suretiyle bu hususu kesinleştirmek olacaktır. Somut olayda dava dilekçesinde çok açık bir şekilde dava sebebi vekaletin kötüye kullanılması olarak belirtildiğinden, İstinaf Mahkemesinin sanki inançlı işlem hukuksal sebebine de dayanılmış gibi gerekçe oluşturması doğru olmamıştır.
Diğer yandan ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş ancak davacı tarafından bildirilen ilk tanık listesinde adı geçen tanık … dinlenmeden, davacı yemin deliline dayanmasına rağmen yemin delili hatırlatılmadan davanın reddi yoluna gidilmiş, bu husus istinaf sebebi yapılmasına rağmen istinaf mahkemesince bu eksiklik dahi giderilmeden karar ortadan kaldırılarak davanın kabulü yoluna gidilmiştir.
İstinaf Mahkemesince yapılacak iş; eksik toplanan deliller toplandıktan sonra sonucuna göre bir karar vermektir. Ne var ki bu eksiklikler giderilmeden sonuca gidilmesi nedeniyle kararın bu gerekçe ile bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılmıyorum.