Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/858 E. 2018/14966 K. 28.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/858
KARAR NO : 2018/14966
KARAR TARİHİ : 28.11.2018

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-
Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, maliki olduğu 850 parsel sayılı taşınmazın sahte işlemlerle devredildiğini, tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar Dairece “…Gerçekten de; çekişmeli taşınmazın ilk el konumundaki ….’e devrine dayanak teşkil eden 20.10.2009 tarihli resmi satış akdinde …’a atfen atılan imzaların davacıya ait olmadığı … Kriminal Polis Labaratuvarı Müdürülüğünün 06.11.2012 tarihli raporuyla belirlendiğine göre, … adına oluşan sicil kaydının yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu tartışmasızdır…Somut olaya gelince, ikinci el olan davalının, koşullarının varlığı halinde TMK.nun 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanacağı kuşkusuzdur. Ancak, ikinci el konumundaki davalının iyiniyetli olup olmadığı hususunda hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle araştırma, soruşturma ve inceleme yapılarak davalının iyiniyetli olup olmadığının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde saptanması, bu doğrultuda tanık dahil tüm delillerin toplanması ve irdelenmesi, toplanan ve toplanacak olan deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir…” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde mahkemece taşınmazın satış değeri ile gerçek değeri arasında fark bulunduğu, davalı …’ın iyiniyetli olduğunu ispat edemediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı …’nın 18.06.2009 tarihinde satın aldığı çekişme konusu 850 parsel sayılı 8.300m2 miktarlı tarla nitelikli taşınmazı 20.10.2009 tarihinde ilk el konumundaki dava dışı …’e satış suretiyle temlik ettiği, bu kişinin de 21.01.2010 tarihinde davalı …’a devrettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Öte yandan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü olduğu düzenlenirken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddesinde de paralel düzenleme ile ; “….ispat yükünün, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa ait olacağı” hükmüne yer verilmiştir.
Somut olayda, bozma ilamından sonra taraflara delillerini bildirmeleri için süre verildiği, davacının başkaca delili olmadığını belirttiği ve davalı …’ın iyiniyetli olmadığına dair herhangi bir delil ibraz etmediği anlaşılmakla, salt bedeller arasındaki farkın davanın ispatı için tek başına yeterli olmayacağı açıktır.
Hal böyle olunca, davacının davasının reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davalıların temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.