Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/4588 E. 2019/1110 K. 20.02.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/4588
KARAR NO : 2019/1110
KARAR TARİHİ : 20.02.2019

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın usulden reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-
Dava, tenkis isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan …’un vasiyetname ile 52 ada 348 parsel sayılı taşınmazı ve bankadaki paralarını davalı vakfa bıraktığını, tasarrufun saklı payını bertaraf etmek ve mal kaçırmak amaçlı yapıldığını ileri sürerek tenkis talebinin kabulü ile taşınmazın adına tesciline, tasarrufa konu malların sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde ve davalının tercih hakkını bedel ödeme yönünde kullandığı takdirde tercih hakkı kullanılan malın tercih tarihindeki değeri saptanarak bu değerin sabit tenkis oranı ile çarpılarak bulunacak değerin davalıdan tahsiline, bedele tercih tarihinden itibaren yasal faize karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 119. maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Davacının dava dilekçesinde dava değerini göstermediği, 07.04.2015 tarihinde başvurma harcı ve maktu harç yatırmak suretiyle davanın açıldığı, mahkemece 20.10.2015 tarihli 2. celsede duruşmada hazır bulunan davacıya “Davacı tarafa tenkis talebi olup olmadığı, tenkis talebi varsa açık bir şekilde miktarın belirtilmesi ve bu miktar üzerinden nispi harç yatırmak için bir hafta kesin süre verilmesine, kesin süre mahiyeti hatırlatıldı.” şeklinde ihtar edildiği, davacının dilekçe sunmadığı ve harç yatırmadığı, 03.11.2015 tarihli 3. celse ise “Dava dilekçemi tekrar ederim, tenkis talebim vardır maddi durumum olmadığı için harç ve gider avansını yatıramadım.” şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır.
Hemen belirmek gerekir ki; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 119. maddesi “(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur: a) Mahkemenin adı. b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri. c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası. ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri. d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri. e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri. f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği. g) Dayanılan hukuki sebepler. ğ) Açık bir şekilde talep sonucu. h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası. (2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.” şeklindedir.
Ayrıca; davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle 6100 sayılı HMK. nun 90. (1086 sayılı HUMK.nun 159.) maddesinde açık hükmünde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, 6100 sayılı HMK. nun 94. (1086 sayılı HUMK.nun 163.) maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir.
Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usuli kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur.
Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere düzenlenen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.
Eldeki davada, verilen kesin sürenin yukarıda açıklanan ilke ve olgulara uygun olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Şöyle ki, mahkemece verilen kesin sürede belirtilen hususun yapılmamasının sonuçları net bir şekilde açıklanmadığından, sonuç doğurucu nitelikte olmadığı açıktır
Hal böyle olunca; davacı tarafa usulüne uygun süre verilmesi hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20/02/2019 tarihinde oybidliğiyle karar verildi.