Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/3711 E. 2019/206 K. 17.01.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/3711
KARAR NO : 2019/206
KARAR TARİHİ : 17.01.2019

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Davacılar, ortak mirasbırakanları …’ün 53, 476 ve 1371 parsel sayılı taşınmazılarını diğer mirasçıları miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla davalı oğlu …’e temlik ettiğini, temlikin mirasçılarından mal kaçırmak amacı ile yapıldığını, devrin muvazaalı olduğunu ileri sürerek taşınmazların tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tescil edilmesini, mümkün olmadığı takdirde saklı paylarını ihlal eden tasarrufların tenkisine karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, mirasbırakan babasının kardeşi ile malik olduğu tarlalardaki kardeşinin paylarını satın almak istediğini ve bu nedenle paraya ihtiyacı olduğunu, mirasbırakanın aldığı taşınmazların bedelinin tarafından ödendiğini mirasbırakanın ölümüne kadar sürekli ona yardımcı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, temliklerin muvazaalı olduğu gerekçesiyle tapu iptali ve tescil talebinin kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’nin 53, 476 ve 1371 parsel sayılı taşınmazları 24.05.2002 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği, mirasbırakanın 2014 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacılar …, …, …, …, davalı …, dava dışı Mevlüde, İsa ve Havise’nin kaldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile TMK’nin 6. maddesi uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Bir başka ifade ile temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfeti davacı tarafa aittir.
Somut olayda, davacı tanıkları temlikin yukarıdaki ilkeler uyarınca muvazaalı olduğu yönünde beyanda bulunmamışlar, aksine davalı tanıklarından mirasbırakanın kızı Mevlüde mirasbırakan babasının taşınmazı rızası ile verdiğini, çocukları olarak kendilerinin de duruma rıza gösterdiğini, mirasbırakanın eşi Havise de dava konusu taşınmazları eşinin oğulları İsa’nın düğününü yapmak için davalıya sattığını ve yedi yüz elli bin lira aldığını, mirasbırakanın oğlu İsa ise dava dışı taşınmazların alınması için davalının mirasbırakana bir kısım para yolladığını, mirasbırakanın parayı ödeyemediği için karşılık olmak üzere dava konusu taşınmazları davalıya sattığını söylemiştir. Tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde muvazaa iddiasının kanıtlandığını söyleyebilme imkanı olmadığı gibi işlemlerin gerçek satış olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu durumda tenkis hükümleri de uygulanamaz.
Hal böyle olunca, temliklerin mal kaçırma amaçlı olduğu ve gerçek satış niteliğinde olmadığı iddialarının davacı tarafça kanıtlanamadığı ve işlemlerin gerçek satış olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.