Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/3025 E. 2019/169 K. 16.01.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/3025
KARAR NO : 2019/169
KARAR TARİHİ : 16.01.2019

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı … vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan …’ın 937 parsel sayılı taşınmazını oğlu olan davalıların mirasbırakanı …’a mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik ettiğini ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adlarına tescile karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında ölümü ile mirasçıları tarafından dava takip edilmiştir.
Davalılar, taşınmazın bedeli karşılığında satın alındığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, muvazaa iddiasının ispatlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’ın 01.03.2007 tarihinde ölümü ile geriye kızı … kendisinden önce ölen oğlu …ın çocukları …, …, davacı oğlu …, kendisinden önce ölen oğlu …’in çocukları davalılar …, …, … ve Hülya’nın mirasçı olarak kaldıkları, davalı …’ın …’in eşi olduğu, dava konusu 937 parsel sayılı 28.782,86m2 miktarlı tarla nitelikli taşınmazın 38/96 payının mirasbırakan tarafından 23.03.1987 tarihli satış işlemi ile oğlu …’e devredildiği, …’in 18.11.1982 tarihinde dayısı Mehmet Kökkaya’dan da 5697/28782 payı satın aldığı, toplam 17090/28782 pay adına kayıtlı iken 2003 yılında öldüğü payının 13.04.2007 tarihinde mirasçılarına intikal ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 190. Maddesinde, “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde yer alan hükümlerle, açılmış bir davada ispat yükünün kural olarak davacıya yüklendiği tartışmasızdır.
Somut olayda, davacının eşi … dışında dinlenen davacı tanıklarının temliğin muvazaalı olduğu yönünde bir beyanda bulunmadıkları, davalı tanıklarının ise temliğin gerçek satış olduğunu beyan ettikleri, ayrıca yine davacı tanıklarının mirasbırakanın diğer çocuklarından mal kaçırmasını gerektirir bir nedenin varlığını da bildirmedikleri sabittir.
Kaldı ki, davalıların mirasbırakanı …’in, mirasbırakan Behiye dışında taşınmazın paydaşlarından olan dayısı Mehmet’in payını satın aldığı da görülmektedir.
Bu durumda da, tanık …’nin beyanlarına itibar edilemeyeceği, toplanan deliller ve yukarıda değinilen ilkeler birlikte değerlendirildiğinde temliğin gerçek satış niteliğinde olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, diğer davalılar kararı temyiz etmediğinden davalı … yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Davalı …’ın yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.