Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/2792 E. 2019/248 K. 17.01.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/2792
KARAR NO : 2019/248
KARAR TARİHİ : 17.01.2019

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil olmazsa bedel davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan annesi …’ın maliki olduğu 276 parsel sayılı taşınmazını davalı oğlu …’e, onun da diğer davalı kız kardeşi …’ye satış suretiyle devrettiğini, temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, işlem tarihinde mirasbırakanın taşınmaz satmaya ihtiyacı bulunmadığını gibi davalı …’in de alım gücü bulunmadığını ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tesciline, olmadığı takdirde 5.000,00 TL’nin davalı …’den tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davalı … yönünden husumet itirazında bulunup mirasbırakanın bakımıyla ilgilendiklerini, satış işlemlerinin gerçek olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan …’ın maliki olduğu 2006 (eski 276) parsel sayılı taşınmazını 27.09.1994 tarihinde davalı oğlu …’e, …’in 11.01.2012 tarihinde davalı kardeşi …’ye satış suretiyle devrettiği mirasbırakan Hanife’nin 03.07.2010 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacı oğlu Süleyman, davalı çocukları … ve … ile dava dışı çocukları …, … ve …’nin mirasçı olarak kaldıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. HMK 190. madde ve TMK 6. madde hükümleri gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir.
Somut olayda, mirasbırakanın sosyal güvencesi, hayatının idamesi ve sağlının korunmasına yetecek rahat bir gelirinin bulunmadığı, eşi Ali’nin 1961 yılında öldüğü, altı çocuğunu tek başına büyüttüğü, maliki olduğu dava dışı 901 parsel sayılı taşınmazı da ihtiyaçlarına binaen 22.08.1991 tarihinde dava dışı üçüncü kişiye satış suretiyle devrettiği, çekişme konusu taşınmazın davalı …’e devrediliği 27.09.1994 tarihi itibariyle davalı …’in sabit bir işte çalıştığı, aynı tarih itibariyle mirasbırakan ile davacı oğlu arasında bir husumetin bulunmadığı, davacı tanıklarının temliklerin muvazaalı olduğu yönünde bir beyanda bulunmadıkları, aksine davanın kabulü halinde mirasçı sıfatı ile hak sahibi olacak tarafların kardeşleri (davalılar tanığı) … ve Salih’in, mirasbırakanın sağlık ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çekişme konusu taşınmazı bedeli karşılığında sattığını belirtmiş olup, dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın mal kaçırma amacı ile hareket ettiği iddiasının davacı tarafından usulünce kanıtlanamadığı anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir.
Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.