Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/1914 E. 2018/14910 K. 26.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/1914
KARAR NO : 2018/14910
KARAR TARİHİ : 26.11.2018

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı …ve …vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, ortak mirasbırakanları…’ın,162 ada 20 , 159 ada 2 ve 158 ada 17 parsel sayılı taşınmazlarını davalı oğlu….’a, yine 168 ada 24, 109 ada 8 parsel sayılı taşınmazlarını da diğer oğlu davalı …’a satış suretiyle temlik ettiğini, sonrasında davalı … tarafından çekişme konusu 162 ada 20, 159 ada 2 parsel sayılı taşınmazların diğer davalı …’e, davalı … tarafından ise 168 ada 24, 109 ada 8 parsel sayılı taşınmazların diğer davalı …’a satış suretiyle devredildiğini, mirasbırakanın ölmeden kısa bir süre önce vesayet altına alındığı bu nedenle akıl sağlığının yerinde olmadığını, ayrıca murisin taşınmazlarını satmasını gerektirir bir durumunun bulunmadığını, bedelin murise ödenmediği gibi davalıların da taşınmazları alacak maddi güçlerinin bulunmadığını, davalılar … ve….’ün de iyiniyetli olmadığını, işlemlerin muvazaalı ve mirastan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, temlikin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Mirasbırakanın 10.05.2013 tarihinde aynı resmi senetle, 162 ada 20, 159 ada 2 ve 158 ada 17 parsel sayılı 3 parça taşınmazını davalı oğlu …’a satış suretiyle, 168 ada 24 , 109 ada 9 parsel sayılı 2 parça taşınmazını da diğer oğlu davalı …’a satış suretiyle devrettiği, sonrasında davalı … tarafından 162 ada 20 ve 159 ada 2 parsel sayılı taşınmazların 10.01.2014 tarihinde davalı …’e satış suretiyle, davalı … tarafından da 168 ada 24 ve 109 ada 9 parsel sayılı taşınmazların 10.01.2014 tarihinde davalı …’a satış suretiyle devredildiği muris ….’ın 1.2.2014 tarihinde öldüğü mirasçı olarak davalılar … ile … dışındaki davanın tarafları ile dava dışı kişilerin kaldığı kayden sabittir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.06.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle … Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Öte yandan, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. HMK 190. madde ve TMK 6. madde hükümleri gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir.
Somut olaya gelince, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden yukarıda değinilen ilkeler uyarınca hükme yeterli bir araştırma yapılmış değildir.
Hâl böyle olunca, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, varsa murise ait doktor raporları, reçeteler, grafiler, hasta müşahade kağıtları vs. temin edilerek dosyanın kül halinde … Kurumu ilgili ihtisas dairesine gönderilerek temlik tarihleri itibarıyla mirasbırakanın hukuki ehliyete haiz olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz olduğu saptanır ise, dava dilekçesinde pay oranında istekte bulunulduğundan ve terekeye iade şeklinde bir ıslah da yapılmadığından, 3.kişiye karşı pay oranında açılan davanın dinlenemeyeceği gözetilerek, çekişme konusu 162 ada 20, 159 ada 2, 168 ada 24, 109 ada 9 parseller bakımından davanın reddedilmesi, mirasçılar arasında paylı mülkiyet hükümleri uygulanacağından halen (murisin oğlu) davalı … adına kayıtlı olan 158 ada 17 parsel sayılı taşınmaz bakımından davanın kabul edilmesi;
Mirasbırakanın hukuki ehliyete haiz olduğu saptanır ise, tarafların tüm delilleri toplanıp, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde muris muvazaası bakımından gerekli araştırma ve incelemenin yapılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre de; davada pay oranında istekte bulunulduğu gözardı edilerek davaya dahil edilen mirasçılara da pay verilmek suretiyle hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, davacılardan …., mirasbırakan…’ın mirasçısı olmadığı halde onun bakımından sıfat yokluğundan davanın reddedilmemiş olması da isabetsizdir.
Davalılar …ve…’ın değinilen yönden yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcnı temyiz edene geri verilmesine, 26/11/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.